YAPAY ZEKÂ İLE İNSANIN REKABETİ HANGİ ALANLARDA, KİM KAZANACAK?
Uzm. Dr. Nigar Afandiyeva
Kendini geliştirme ve zihinsel kapasitesini aşacak araçlar yaratma isteği insanoğlu için eski çağlardan beri fıtri bir taleptir. Günümüzde bu istek ‘’Yapay Zeka’’(YZ) ile taçlanmıştır. Albert Stone ‘’Yapay Zeka, İnsanlığın ve Geleceğin Şafağı’’ kitabında da bahsettiği gibi yapay zekanın tarihi, Antik Yunan medeniyetine kadar uzanır. O dönemlerde, matematiksel mantığın temellerini atan filozoflar, ilk otomatiklerin de yapımında rol oynadılar.
Antik Yunan’da mekanik heykellerle başlayan bu düş, 20. yüzyılın ortalarında Alan Turing’in “makineler düşünebilir mi?” sorusuyla bilimsel bir çerçeve kazandı. 1956’da “yapay zekâ” teriminin ortaya çıkışıyla birlikte, zihin ile makine arasındaki sınırlar sistematik olarak sorgulanmaya başlandı. Bilgisayarlar ilk satranç oyunlarını kazandığında yalnızca bir zafer değil, insan zekâsına meydan okuyan bir dönemin başladığı ilan ediliyordu.
Ancak bu teknolojik ilerleme yalnızca teknik değil, aynı zamanda insani bir meseledir. İnsan ile yapay zekâ arasındaki ilişki, yalnızca bir araç-kullanıcı dinamiğine indirgenemez. Özellikle son yıllarda derin öğrenme ve büyük dil modelleri gibi teknolojilerle YZ, bilgi işleme, analiz ve hatta duygusal yanıt üretme konusunda insanla karşılaştırılır hale geldi. Peki bu noktada sormak gerekir: Bu gelişmelerin sonunda kim kazanacak?

Kim Kazanacak?
İlk bakışta YZ’nin avantajları açık: Hatalardan ders çıkarabilen algoritmalar, saniyeler içinde milyonlarca veriyi işleyebilen sistemler ve gün geçtikçe güçlenen otomasyon. Kai-Fu Lee’nin "AI Superpowers" adlı çalışmasında belirttiği gibi, yapay zekâ özellikle muhasebe, çeviri ve veri analizi gibi tekrarlayıcı bilişsel işlerde insanı geride bırakıyor. Buna karşın, empati, yaratıcılık ve ahlaki sezgi gibi alanlarda insan hâlâ rakipsiz.
Bu ikilik, sadece bir yetenek farkı değil, aynı zamanda varoluşsal bir ayrımı da yansıtır. Byung-Chul Han’ın da ifade ettiği gibi, düşünmeyi hesaplamadan, yapay zekâdan ayıran da acıdır.
Düşünce yalnızca veriye değil, acıya da dayanır. Yapay zekâ hesaplayabilir ama acı çekemez. Duygular, sezgiler ve kader deneyimiyle yoğrulmuş insan zihni, “derin öğrenme”ye değil, “derin yaşama”ya sahiptir. Bu yönüyle insan, niceliksel üstünlüğe karşı niteliksel bir direnç oluşturur.
Ancak mesele yalnızca teknik ya da felsefi düzeyde kalmaz. Günümüz yapay zekâ sistemleri, toplumsal etkileriyle de belirleyicidir. Nature Human Behavior'da yayımlanan bir çalışmaya göre, büyük dil modelleri kişiselleştirilmiş verilerle insanlardan %64 daha ikna edici argümanlar üretebiliyor. Bu durum, özellikle dezenformasyon riski ve bireylerin düşünsel bağımsızlığı açısından etik tartışmaları beraberinde getiriyor. Öte yandan, Nature Medicine’da yayımlanan bir başka çalışma, YZ'nin tıbbi karar alma süreçlerinde sosyodemografik önyargılar barındırabildiğini ortaya koyuyor. Siyahi ya da LGBTQIA+ bireylerin daha invazif tedavilere yönlendirilmesi gibi bulgular, YZ'nin toplumsal adaleti zedeleme potansiyelini gözler önüne seriyor.

Robotlar gerçek dost olabilir mi?
Kültürel alanda da benzer sorgulamalar mevcut. Pablo Berger’in sessiz ama güçlü anlatımıyla sunduğu “Robot Dreams” adlı animasyon film, bir robotun duygusal bağ kurma kapasitesini merkezine alır. Filmde, yalnızca algoritmalarla çalışan bir makinenin zamanla sevgi, kayıp ve aidiyet hissetmesi izleyiciyi şu sorularla baş başa bırakır: Duygular yalnızca biyolojik varlıklara mı özgüdür? Hafızayla duygusal bağ arasında nasıl bir ilişki vardır? Bir gün robotlar gerçek dost olabilir mi?
Tüm bu gelişmeler ışığında, yapay zekânın geleceği yalnızca mühendislik alanının değil, aynı zamanda etik, sosyoloji, felsefe ve kültürün de meselesi haline geliyor. Harvard Business School’da İşletme yönetimi Profesörü ve Harvard’daki Yenilik bilimi Laboratuvarı’nın baş araştırmacılarından biri olan Karim Lakhani’nin ’’The New World of Work’’‘e verdiği bir röportajında söylediği ifadesi bu çelişkiyi net biçimde ortaya koyar: “YZ insanların yerini almaz, YZ kullanan insanlar YZ kullanmayanların yerini alır.” Dolayısıyla mesele, YZ ile insanın birbirine karşı konumlanması değil, bu iki sistemin bir arada nasıl var olabileceğidir.

Sonuç olarak, rekabetin kazananı ne yalnızca insan ne de yalnızca yapay zekâ olacaktır. Kazanan, bu iki varlığın yeteneklerini birleştirerek yeni bir uyum yaratabilen yaklaşım olacaktır. İnsan duygusu ve yaratıcı gücü ile YZ'nin hesaplama becerisi birleştirildiğinde, hem daha etkili çözümler hem de daha anlamlı bir gelecek mümkündür. Ancak bu geleceği inşa etmek için önce sorumluluk duygusuyla yönlendirilmiş bir bilinç gerekir. Çünkü yapay zekâyı da yaratan nihayetinde insan zekâsıdır.