Paleogenom ve Arkeoloji Anadolu’nun Geçmişine Işık Tutuyor
Dr. Ayşe Ergüven Ph. D Biol.
Haziran ayının sonunda, Orta Doğu Teknik Üniversitesi (ODTÜ) ve Hacettepe Üniversitesi’nden genetik uzmanı bir ekip tarafından yürütülen arkeolog ve biyolojik antropologların da içinde bulunduğu araştırma grubunun iki makalesi yayımlandı Science dergisinde. Anadolu tarihine ışık tutuyor bu makaleler. Üzerinde yaşadığımız toprakların geçmişini, kültürünü, yaşam şekillerini anlatıyor.
Makaleleri anlatmadan önce paylaşmak istediğim üç önemli konu var. Bunlardan ilki bu çalışmalar hemen iki günde makale haline gelmedi. Çalışmanın başlaması ile bu makalelerin yazılması on iki yıl sürdü. İkinci konu ise bu çalışmalar Orta Doğu Teknik Üniversitesi ve Hacettepe Üniversitesinde iki araştırma laboratuvarının kurulmasına, bu araştırma laboratuvarlarında değerli araştırıcılar yetişmesine neden oldu. Üçüncü ve en önemli konu ise Türk araştırmacıların başlattığı ve başı çektiği ayrıca pek çoğunun akademik derecelerini yurt dışındaki üniversitelerden almış olmalarına rağmen ülkelerine dönerek araştırma laboratuvarı kurmak, genç araştırmacıları yetiştirmek gibi zorlu görevleri üstlenmiş olmaları.
Sizlere aktarmak istediğim bu makalelerden ilkinde insanlık tarihinin en büyük dönüm noktalarından olan tarımın başlaması ve yerleşik hayata geçişin görüldüğü Neolitik yaşam biçiminin Bereketli Hilal’den Anadolu’ya ve Ege’ye nasıl yayıldığı sorusu, arkeoloji ile genetik bilgileri bir arada kullanılarak yanıtlanıyor,. Burada en önemli başlık tarımın başlaması. Tarımın, Anadolu’dan çevre bölgelere çiftçilerin göç etmesiyle mi yoksa bölgedeki avcı ve toplayıcıların komşularının yaşam biçimini benimsemesiyle mi yayıldığını soruyor, araştırıcılar. Daha da önemlisi çalışma, kültürel değişimlerin yalnızca göçle değil, fikirlerin yayılmasıyla da gerçekleştiğini ortaya koyuyor.
Neolitik hikâyenin eksik bölümü
Önceki araştırmalar, MÖ 6000 sonrasında Anadolu’dan Avrupa’ya yayılan çiftçilerin göçleriyle tarımın nasıl yerleştiğini ortaya koymuştu. Ancak bu kırılmadan önce Anadolu’da neler yaşandığı belirsizdi. Araştırmanın yazarlarından Dilek Koptekin “Bu çalışma bizi, şimdiye dek hakkında sadece tahminler yürütülen olayların gerçekleştiği zamanlara götürüyor,” diyor.
Araştırmacılar, Batı Anadolu’da bulunan 9 bin yıllık bir bireyin genomunun dizilenmesi ve yeni elde edilen paleogenom (yani antik DNA) ile önceki verilerin birlikte analizleriyle bölgede yedi bin yıl süren genetik süreklilik tespit etmiş bu araştırma sonucunda. Araştırıcılardan Anna-Sapfo Malaspinas “Bu insanlar büyük ölçüde yerel kökenliydi; ataları yakın geçmişte başka yerden gelmemişti. Buna karşın kültürleri hızla gelişmiş: mağaralardan evlere geçmişler, yeni aletler ve ritüeller benimsemişler. Bunlar da Neolitik yaşamın nüfus değişimiyle değil kültürel etkileşimle geliştiğine işaret ediyor.” diyor. ODTÜ’den Mehmet Somel’e göre de burada farklı bölgeler arasında, takas, eş arayışı gibi sebeplerle, düşük düzeyde de olsa insan dolaşımı fikirlerin ve maddi kültürün paylaşılması gibi arka plan hareketliliği de varmış. Yani yalnızca maddeler değil, fikirler de dolaşıyormuş.
Çömleğin varlığı insan varlığı (pots do not equal people) ile eşit zamanı mı gösterir?
Çalışmayı özgün yapan, araştırıcıların kullandığı antik DNA ve arkeolojik verileri birleştiren yenilikçi bir yöntem. Ekip, bu metotlarla göç hareketleri ile fikir ve pratiklerin dolaşımını derinlemesine incelemiş. Seramikler, aletler ve mimari kalıntılara sayısal veriler atfedilmiş. Bunlar sınıflandırılarak aynı bölgelerde gömülü bireylerin genetik profilleri ile buluntular sistematik biçimde karşılaştırılmış. ODTÜ’den Çiğdem Atakuman bunu “Arkeolojik veriler sayısal verilere dönüştürülüp paleogenomik verilerle zaman/mekân üzerinde karşılaştırmalı incelenmiştir.” sözleriyle anlatıyor. Bu bulgular, yeni nesnelerin illâ yeni bir toplulukla geldiği varsayımını sorgulatıyor yani “do pots equal people” cümlesini.
Değişen bir mozaik
Anadolu’da MÖ 7000 civarında yaşanan insan hareketliliğiyle yeni gruplar farklı genlerle bazı yaşam pratiklerini de getirerek bu bölgelere yerleşti. Ege’deki bir göç dalgası, Avrupa’ya yayılacak kültürel unsurların ortaya çıkmasına yol açtı. Hacettepe Üniversitesi’nden Füsun Özer, bu göçlerin “arka plan hareketliliğine kıyasla toplam hareketliliğin küçük bir kısmını oluşturduğunu” belirtiyor. Neolitik dönem, kültürel benimseme, hareketlilik ve zaman zaman göçlerin birleştiği bir dönüşümler mozaiği olarak görülmeli. “Değişim için her zaman bir kriz ya da büyük göç gerekmez,” diye de ekliyor Dilek Koptekin.
Bu çalışmada ilk kez uygulanan genetik ve arkeolojik verilerin büyük ölçekli birleşimi, insanlık tarihine dair çok katmanlı gerçekliklerin incelenmesine olanak sağlayarak tarihöncesi araştırmalar için bir dönüm noktasını oluşturuyor.
Milattan önce Anadolu’da kadın merkezli toplumlar vardı
İkinci makale ise aynı dönemde Çatalhöyük’deki bir Neolitik Dönem Anadolu köyünde olan yaşam tarzlarını ortaya koyuyor, “Kadın Merkezli” ve topluluk odaklı bir yerleşime işaret eden arkeogenom çalışmasını anlatıyor. 1960'larda ilk keşfedildiğinde, Çatalhöyük baskın kadın heykelcikleriyle heyecan yaratmıştı. Bu çalışma da burada yüzyıllar boyunca toplumsal kuralların nasıl değiştiğini ortaya koyuyor. Zamanla hane yapılarının biyolojik akrabalık bağlarından uzaklaşıp daha ortaklaşa bir yaşam biçimine evrildiği ve kadınlara erkeklere kıyasla öncelik tanıyan bazı uygulamaların sürdürüldüğü görülüyor. Çatalhöyük, kadın heykelcikleri ile de tanınıyor. Bu heykelcikler, bölgedeki Neolitik toplumların anaerkil bir yapıya sahip olduğuna dair teorilere yön vermiş. Ancak, Neolitik ve Tunç Çağı Avrupa toplumlarında erkek merkezli uygulamaların yaygınlaştığı biliniyor.
“Yapılar içerisindeki genetik bağlar kadınlar üzerinden, özellikle anneler aracılığıyla kuruluyordu” diyor araştırıcılar. “Bu nedenle, yetişkinliğe ulaşıldığında kadınların aynı evde kalma eğiliminde olduğunu, erkeklerin ise ayrıldığını düşünüyoruz” diye ekliyorlar. Bu durumun Avrupa’daki örneklerin tam tersi olduğu da vurgulanıyor.
Bebek ve çocuk mezarlarında bulunan mezar eşyaları incelediğinde ise kız bebeklerin erkeklere kıyasla beş kat daha fazla mezar eşyasıyla gömüldüğü gibi şaşırtıcı bir sonuca da ulaşılmış.
Gözlemlenen yapı, Anadolu’dan köken alan Avrupa Neolitiğinde görülen erkek merkezli düzenden belirgin şekilde farklı diyor araştırıcılar.
Araştırma ekibi, çok sayıda evde bulunan gömülerin genetik akrabalıklarını ölçerken Erken Çatalhöyük döneminde mezarlarda genellikle biyolojik olarak akraba olan aile bireyleri bulurken sonraki yüzyıllara ait buluntularda, aynı yapılar içinde genetik olarak akraba olmayan bireylerin sıklıkla birlikte gömüldüğünü tespit etmişler. Daha ilginç olan, birlikte gömülmüş bu bireylerin benzer beslenme alışkanlıklarına sahip oldukları yani yaşamları boyunca birlikte yaşadıkları ve aynı sofradan yiyip içtikleri de ortaya çıkmış.
Bu çalışma Türk araştırmacıların başı çektiği ve 10 farklı ülkeden toplam 47 genetikçi, arkeolog ve biyolojik antropoloğun katılımıyla yürütüldü.
Zafer Bayramımızı kutladığımız bugünlerde Anadolu’nun geçmişine ışık tutan böyle bir çalışmanın uluslararası alanda önemli bir yer bulması da ayrıca gurur verici.