DENİZLERİMİZ ALARM VERİYOR YAKINDA YÜZECEK DENİZ BULAMAYACAĞIZ
İdil Seven
2024 yılının son bülteninde bu yıla damgasını vuran ve her yıl giderek daha da alarm veren iklim değişikliği ve deniz kirliliği konularına değinmek istedik. Bu konularda Türkiye’de en güncel ve doğru bilgileri alabileceğimiz Prof. Dr. Barış Salihoğlu bu sayımızdaki konuğumuz oldu. Prof. Dr. Barış Salihoğlu ODTÜ Deniz Bilimleri Enstitüsü'nün enstitü müdürlüğünü ve aynı zamanda ODTÜ İklim Değişikliği ve Sürdürülebilir Kalkınma Merkezi Müdürlüğünü yürütüyor.
ODTÜ Deniz Bilimleri Enstitüsü, yürüttüğü Avrupa Birliği Projesi Ufuk 2020 Black Sea Connect ile bu yıl Ekim ayında “Uluslararası İş Birliği” kategorisinde YÖK Üstün Başarı Ödülü’nün sahibi oldu. Bu röportajımızda Prof. Salihoğlu ile denizlerimizi, iklim değişikliğinin denizlerimiz ve ülkemiz üzerindeki etkilerini, hem de ODTÜ Deniz Bilimleri Enstitüsü ve İklim Değişikliği ve Sürdürülebilir Kalkınma Merkezi olarak bu konudaki çalışmalarını konuştuk.
Prof. Salihoğlu deniz kirliliğinin ve bu kirliliğin ekosistem üzerindeki baskısının altını çizerken, şu anda ülkemizde esasında artık temiz deniz bulunmadığını vurguluyor ve önümüzdeki on yıllarda belki de ülkemizde yüzecek temiz deniz bulamayacağımızı belirtiyor.
Ülkemizi ve denizlerimizi önümüzdeki on yıllarda neler bekliyor öğrenmek isterseniz, sizleri bu faydalı ve bir miktar da endişe verici röportajımızı okumaya davet ediyoruz.
PROF. DR. BARIŞ SALİHOĞLU KİMDİR?
Prof. Dr. Barış Salihoğlu (Fiziksel Oşinografi Doktorası, Kıyı Fiziksel Oşinografi Merkezi, Old Dominion Üniversitesi, VA, ABD - 2005) Mayıs 2009'dan bu yana ODTÜ Deniz Bilimleri Enstitüsü'nde öğretim üyesi ve 2016'dan bu yana Enstitü Müdürü olarak görev yapmaktadır. Salihoğlu 2022'den bu yana ODTÜ İklim Değişikliği ve Sürdürülebilir Kalkınma Merkezi Müdürlüğü görevini de sürdürmekte ve Türkiye Kalkınma Bakanlığı tarafından finanse edilen yeni bir disiplinler arası mükemmeliyet merkezi (Deniz Ekosistemi ve İklim Araştırma Merkezi) kurulmasını sağlayan DEKOSİM projesine liderlik etmektedir. Avrupa Komisyonu Ufuk 2020 Black Sea CONNECT ve BRIDGE-BS projelerinin koordinatörü ve yine AB tarafından finanse edilen 5 projenin ortağıdır. Mavi ekonomi, iklim değişikliği ve sağlıklı denizler ve okyanuslar gibi konularda bilim temelli politika stratejilerinin geliştirilmesine katkıda bulunmaktadır. Ana araştırma odağı, denizler üzerindeki iklim değişikliği etkilerini anlamak, modelleme ve veri analizlerinin kombinasyonu yoluyla deniz ekosistemlerini ve biyogeokimyasal dinamikleri keşfetmektir. Kuzey Atlantik, Akdeniz ve Karadeniz'de biyogeokimyasal döngü modelleri geliştirmek üzerine çalışmaktadır. 50'den fazla makalesi yayımlanmıştır.
ODTÜ Deniz Bilimleri Enstitüsü ne zaman kuruldu ve enstitü hangi çalışmaları yapıyor?
ODTÜ Deniz Bilimleri Enstitüsü 50. yılını kutlamaya hazırlanıyor. Bizim kuruluşumuz 1975. Bu yıldan bugüne kadar tüm denizlerimizde yoğun bir çalışma içine girdik. Denizlerimizin bilinmeyenlerini keşfetmek ve mükemmel bilim üretmek ana hedefimizdi. Bu çalışmalar çerçevesinde denizlerimiz üzerindeki kirlilik, iklim değişikliği, aşırı avcılık gibi farklı baskıları doğru anlamak, bu baskılar deniz ekosistemlerini nasıl etkiliyor anlamak ve çözüm önerileri oluşturmak üzerine hedeflendik. Sınırlarımız sadece ülkemiz denizleri değil; Atlantik, Pasifik gibi dünya okyanuslarını da çalışıyoruz, hatta kutuplarda araştırmalar gerçekleştiriyoruz. Bunun ötesinde burası bir yüksek lisans okulu. Dolayısıyla biz oşinografi, deniz biyolojisi ve balıkçılığı ve deniz jeolojisi jeofiziği dallarında disiplinlerarası programlar yürütüyoruz, öğrenciler yetiştiriyoruz. Üç tane gemimiz var. Büyük olan bilim gemimizde açık denizlerde gerçek manada oşinografi yani deniz bilimi çalışmaları yapan Türkiye’nin önde gelen kurumlarının başında geliyoruz.
“Keşfet, Uygula, Paylaş” misyonunu benimsedik. Bu misyon doğrultusunda çalışmalarımızı sürdürüyoruz.
Oşinografi esasında deniz bilimi ile eş anlamlı olarak kullanılıyor ama oşinografi daha çok açık denizi, açık denizin değişimlerini, açık denizlerin iklim koşullarından nasıl etkilendiğini kapsıyor. Sadece ulusal değil, uluslararası düzeyde de birçok projeye imza atıyoruz. Sürdürülebilir denizler, kaynak kullanımı, bunların yönetimi, stratejik araştırmaların geliştirilmesi konusunda kurum olarak liderlik ediyoruz. Mükemmel bilim tabi ki ilk hedefimiz, ancak bunun üzerine toplumun refahı, denizlerde sürdürülebilir mavi ekonominin gelişimine katkıda bulunmak, çözüm önerileri, bunları yeni nesillere aktarmak bizim sorumluluklarımız arasında.
ODTÜ Deniz Bilimleri Enstitüsü’nün mavi ekonomiye katkı sağlama gibi bir hedefi var. Peki Mavi Ekonomi nedir?
Mavi ekonomi esasında yeşil büyümenin, yeşil ekonominin denizdeki kısmı. Biz mavi olmadan yeşil de olmaz diyoruz. Mavi ekonomi deniz ve okyanus kaynaklarının sürdürülebilir kullanımı yoluyla oluşacak bir ekonomik büyümeyi öngörür. Burada deniz ekosistemlerinin sağlığının korunması amaçlanır. Hem mevcut yerleşik sektörlerin önündeki engellerin kaldırılmasını, hem de gelişmekte olan sektörlere yönelik yeni stratejilerin belirlenmesini içerir.
Yerleşik sektörler olarak adlandırdığımız sektörler turizm, balıkçılık, ulaşım gibi sektörlerdir. Gelişmekte olan ya da gelecekte gelişeceğini varsaydığımız sektörler ise biyoteknoloji ile denizden ilaç eldesi, denizden alternatif gıda ve protein eldesi ve yenilenebilir enerji gibi yenilikçi sektörler olarak adlandırılabilir.
Rüzgar enerjisi artık denize kayıyor!
Rüzgar enerjisinin artık denizlere kayması, denizden hidrojen eldesi gibi yenilenebilir enerji kaynakları için denizden nasıl faydalanacağı yönünde yeni stratejiler ve yöntemler geliştirmek de mavi ekonominin kapsamı içinde yer alır. Bunun ötesinde farklı teknolojiler geliştirmek, bu teknolojiler ile Milli Teknoloji Hamlesine katkıda bulunmak, açık deniz platformlarının geliştirilmesi ve eş zamanlı denizden enerji, hammadde ve gıda eldesi gibi konularda yapı oluşturmak da mavi ekonominin kapsamının içine girer. Mavi ekonominin olmazsa olmazı planlamadır. Nasıl karayı planlıyorsak denizleri de aynı şekilde detaylı biçimde planlanması da mavi ekonominin bir parçasıdır.
Ufuk 2020 Black Sea Connect ile “Uluslararası İş Birliği” kategorisinde YÖK Üstün Başarı Ödülü ODTÜ Deniz Bilimleri Enstitüsü’nün oldu!
ODTÜ Deniz Bilimleri Enstitüsü’nün yürüttüğü AB Projesi Ufuk 2020 Black Sea Connect ile “Uluslararası İş Birliği” kategorisinde YÖK Üstün Başarı Ödülü’nü aldınız. Bu proje Karadeniz’in mavi ekonomi potansiyelini güçlendirirken, Avrupa ve Karadeniz’den yüzlerce paydaşı bir araya getirerek sürdürülebilir araştırma mekanizmaları kurulmasını sağlıyor. Bize projeyi biraz anlatabilir misiniz?
Uluslararası iş birliği konusunda bu proje ile YÖK Üstün Başarı Ödülü’nü almamız çok anlamlı oldu. Bunun hemen öncesinde de Avrupa Komisyonu nezdinde de Karadeniz’de ödül almıştık. Böylelikle hem Mavi Ekonomi alanında Karadeniz’de uluslararası iş birliği ile en iyi projeyle ödülünü, hem de “ödüllerin ödülü” yani “kazananın ödülü” olarak adlandırılan Avrupa Komisyonu nezdindeki ödülü almış olduk. Dolayısıyla hem Avrupa’da, hem ülkemizde bu projemiz ile ödül almak bizi oldukça mutlu etti. Bu ayrıca projenin nasıl bir etkisinin olduğunu da bize göstermiş oldu.
Bu ödül nasıl alındı, bu projeye nasıl gelindi?
Birçok proje birçok denizde mavi ekonomi yönünde strateji geliştirilmekteydi ancak bu Karadeniz’de eksikti. Burada Avrupa Komisyonu’nun da desteği ile bir “Mavi Büyüme İnsiyatifi” kuruldu. Bu mavi büyüme insiyatifine de biz ODTÜ Deniz Bilimleri Enstitüsü olarak öncülük ettik. Daha sonra çıkan bir çağrı çerçevesinde bu fonlandı ve alanında ülkemize koordinatörlük getiren ilk proje oldu.
Buradaki ana hedef, Karadeniz için ortak bir vizyon olan Karadeniz Stratejik Araştırma ve Yenilik Gündemini oluşturmaktı. Bu strateji ajandasıydı. Dolayısıyla biz bu proje çerçevesinde Mavi Ekonomi alanında bu strateji belgesini hayata geçirdik. Bunu yaparken bütün Karadeniz ülkelerini bir araya getirdik, bütün Karadeniz ülkelerindeki paydaşların girdilerini aldık ve ortak bir paydada bütün bu ülkeleri buluşturmayı başardık. Daha sonra tüm ülkelerin dışişleri bakanları tarafından bu geliştirdiğimiz belge ortak denizcilik gündeminin de ana bilim ayağını oluşturdu ve bu kabul edildi. Dolayısıyla bunun etkisi çok büyük oldu. Yansımaları gerek Avrupa Birliği nezdinde, gerekse Karadeniz ülkeleri nezdinde oldukça etkili sonuçlar getirdi.
İklim değişikliğinin tek etkisi sıcaklık artışı değil!
Bu ülkemiz için çok büyük bir gurur. Dünya için de çok büyük bir katma değer. Sıcaklık rekorları, susuzluk, aşırı doğa olayları, iklim değişimi ve iklim krizi aslında hayatımızın tam da ortasında ve her geçen yıl bunun artarak kritik bir seviyeye gelişini hep birlikte tecrübe ediyoruz. 2024 yılında iklim değişikliğinin ülkemize etkileri ne oldu? Dünyada iklim değişikliği konusunda neler konuşuluyor?
2024 ilginç bir yıl oldu. Biliyorsunuz iklim hedefleri içinde sıcaklık artışını +1,5 derecede durdurmak Paris Anlaşmasına göre bir hedefti. Ancak 2024’ün sonuna kadar biz bu +1,5 dereceyi geçmiş olduğumuzu göreceğiz. Tüm dünyada ve denizlerde de bu sıcaklık artışlarını görüyoruz. 2024 ‘de bu atmosferdeki sıcaklık artışının bir benzeri denizlerde de görüldü. Tüm yıla baktığımız zaman, özellikle Ocak’tan başlayarak deniz suyu sıcaklıkları da rekorlar kırdı.
İklim değişikliğinin tek etkisi sıcaklık artışı değil!
Karada toprak nem oranının azalması, bazı bölgelerde yağışlarda azalma, bazı bölgelerde ise aşırı yağışlar iklim değişikliğinin önemli etkileri arasında yer alıyor. Denizlerde de bu böyle. 2024, deniz suyu seviyelerinde artış, denizdeki PH dengesinin bozulması gibi birçok etkiyi bir arada gördüğümüz bir yıl oldu. Son yıllar bize şunu gösterdi ki, endüstri devriminden sonra sıcaklıklarda belli bir trend çerçevesinde bir artış vardı. Ancak son 20 yılda sıcaklıklardaki artış da hızlandı, ki bunun son 10 yılı artış trendi iyice yükseldi. Dolayısıyla 2024 birçok anlamda alarm veren bir yıl olmuş durumda. Bu iklim değişiminin etkileri, bizim bölgemizde yani Akdeniz havzasında en çok etkilerini gösterdi. Ülkemiz de iklim değişikliğinden en fazla etkilenen ve etkilenecek ülkelerin başında gelmekte.
Deniz suyu sıcaklıklarındaki artışı bizler bireysel olarak da kendi günlük yaşamımızda dahi hisseder olduk. Normalde Ege Bölgesi’nde denize girdiğimizde daha serin sularda denize girerken bu sene Ege’nin belirli bölgelerinde deniz suyu sıcaklığını neredeyse Antalya’nın deniz suyu sıcaklığı seviyelerinde hissettik. Deniz suyu sıcaklıklarındaki artış bize ne gibi bir alarm veriyor?
Dediğiniz gibi 30-40 yaşındaki bir insan çocukluğu ile şimdiki sıcaklıkları karşılaştırdığında bu kadar kısa sürede sıcaklıklarda çok ciddi artışlar olduğunu gözlemleyebiliyor. Peki ne oldu bu son 40 yılda? Karadeniz’den başlayacak olursak, Karadeniz’in doğusunda +2,5 dereceye kadar artışlar oldu. Marmara da benzer durumda. Akdeniz’in doğusuna geldiğimiz zaman yine 2,5 dereceye yakın artışlar görüyoruz. Ege’de de değişken olmak üzere +1,5 dereceye yakın artışlar var, ki Ege’deki döngü diğer denizlerimize göre farklıdır. Ege soğuktur çünkü derindeki su rüzgarların yönünden ötürü sürekli yüzeye çıkar. Bunlarda bile değişimler yaşıyoruz. Bu değişimler sadece insanları etkilemiyor, ekosistemi de ciddi bir şekilde etkiliyor. Bu sıcaklık değişimi ile canlıların dağılımında da değişimler yaşanmaya başlandı. Daha sıcak sulara alışkın türler denizlerimizde daha rahat yer bulmaya başladı.
Üç tarafı denizlerle çevrili olan ülkemizde denizlerimizin durumu ne? Hangi denizimiz hangi konuda alarm veriyor?
İklim değişikliği denizlerimiz üzerindeki baskılardan bir tanesi. Bunun üzerine kirlilik baskısı, balıkçılık baskısı da bindiği zaman ekosistemde ciddi bir bozulma hali hazırda olmuş durumda ve giderek de bunun artacağını öngörüyoruz. İklim baskısı ile çok kısa sürede baş etmek mümkün değil ancak diğer baskıları azaltmamız mümkün. Dolayısıyla iklim değişikliği her ne kadar ekosistemi daha hassas bir hale getiriyor olsa da, diğer baskıları azaltmak ve bunlarla ilgili çözüm önerileri geliştirmek ve uygulamak çok önemli.
En başta söylediğim gibi iklim değişikliğinin tek etkisi denizlerde sıcaklık artışı değil, atmosferde artan karbondiyoksitin denizde daha fazla çözülmesi ile denizlerin daha asidik hale gelmesi en az sıcaklık artışı kadar önemli bir problem. Bu, denizlerdeki mercanları ve diğer tüm türleri ve deniz seviyelerindeki artışları da etkiliyor. Bazı deniz kütlelerindeki değişim, örneğin Karadeniz’deki bazı soğuk su kütlelerinin şimdiden kaybolduğunu görüyoruz ki bu da oradaki oksijensiz suyun yüzeye çıkması demek olabiliyor.
Bu gelişmeler ülkemizi coğrafi konumu nedeni ile birçok ülkeden daha fazla etkiliyor. Deniz kirliliği ile neleri kaybediyoruz ve gelecek nesiller için neleri feda ediyoruz?
İklim değişimi önemli baskılardan bir tanesi ama en önemli baskı nedir diye soracak olursanız ben kirlilik ve balıkçılığı en başa koyarım.
Tüm denizlerimiz çok büyük bir kirlilik baskısı altında. Şehir deşarjları, endüstriyel ve tarım atıkları bu kirliliğin ana sebepleri. Gerek şehir deşarjları ile, gerekse nehirlerden ya da sel sularıyla çok ciddi bir kirlilik denizlerimize giriyor. Şu an Mersin Körfezi, İskenderun Körfezi Akdeniz’deki en kirli yerler. Marmara’daki durum zaten biliniyor. Marmara Denizi en kirli denizimiz haline gelmiş durumda. Diğer taraftan Karadeniz hem yapısı itibariyle, hem de kirliliğin etkisi ile 100 metrenin altında oksijen bulunmayan bir deniz. Bu kirlilik ekosistemin üzerinde çok büyük bir baskı. Kirliliğin doğrudan etkilerinin ötesinde bu kirlilik bir oksijensizleştirmeye sebep oluyor. Oksijensiz bir ortamda oksijen ile solunum yapan canlıların yaşamasından bahsetmek mümkün değil. Örneğin Marmara’da 25 metrenin altında oksijenli solunum yapan canlılara yeterli oksijen yok. Bu da şu anlama geliyor, tüm canlı yaşamı yüzeye sıkışmış durumda. Orada da yoğun bir balıkçılık baskısı var. Dolayısıyla ekosistemler hayli yıpranmış durumda. İstilacı türler dediğimiz yabancı türler burada çok rahat yer bulabiliyor, çünkü ekosistem aynı zamanda dayanıklılığını da kaybetmiş durumda. Bize sağladığı servisleri de sağlayamıyor. Yani bu sadece bir ekosistemi kaybetmek değil, aynı zamanda ekonomimizi de burada kaybediyoruz, insan sağlığına da bunun etkileri oluyor. Dolayısıyla bu kirliliğin ve avcılığın etkileri çok aşamalı ve çok kademeli ve ekonomik götürüsü de çok fazla.
Bugün gördüğümüz gelişmelerin etkisini ülke olarak orta ve uzun vadede daha çok hissedeceğimiz anlaşılıyor.
Bizim halk olarak görebildiğimiz deniz kirliliği ve hissedebildiğimiz deniz suyu sıcaklıklarının artışından bahsettik. Halka yansıyan bir üçüncü konu ise Müsilaj! Türkiye’ye müsilaj döndü mü? Müsilaj nedir ve neden oluyor?
Müsilajı gözle görebildiğimiz için toplumda buna bir hassasiyet oluştu ve bu da iyi oldu. Denizlerle ilgili bir farkındalık oluştu. Ama tabi müsilaj işin sadece görünen yüzü. Burada ana sorun aşırı kirlilik ve aşırı avlanma altında can çekişen bir deniz Marmara Denizi. 25-30 metrenin altında oksijen yok ve temel sorun bu.
Müsilaj yoksa durum iyi demek değil! Müsilaj olmadı diye bir rahatlık içine kesinlikle girilmemeli. Tüm denizlerimizde en az %30’a yakın alan koruma alanı ilan edilmeli.
Müsilajdaki durum bugün de devam ediyor. Şu anda deniz yüzeyinde bir müsilaj görmüyoruz ama körfezlerde ve belirli noktalarda müsilaj var. Hepsinden önemlisi müsilaj zamanı olan aşırı kirli ve oksijensiz durum sürüyor. Bu yönde bir iyileşme olmadı. Dolayısıyla buna bakmamız lazım. Müsilaj olmadı diye bir rahatlık içine kesinlikle girilmemeli. Müsilaj olabilir, olacaktır. Müsilajın olup olmaması Akdeniz ve Karadeniz arasındaki geçişlere bağlı. Bu geçişte bir yavaşlama olduğu zaman, daha çok müsilaj göreceğiz. Ki artan kuraklık ile bu yavaşlamanın daha da artmasını öngörüyoruz. Ama ana mesele bu değil. Bu kirliliği bizim bir an önce ortadan kaldırmamız, balıkçılığı azaltıp koruma alanlarını artırmamız lazım. Tüm denizlerimizde en az %30’a yakın alan koruma alanı ilan edilmeli.
Bu gelişmeler bizim önümüzdeki on yıllarda sahillerimizde denize girmemizi engeller mi? Temiz denizlerde yüzebilecek miyiz?
Şu an zaten temiz denizimiz yok. Şu an nerede yüzüyorsak yüzelim kirli denizde yüzüyoruz. Su kalitesi bir Ege Denizi’nin yüksek görünüyor, bunun ana sebebi de dip suyunun yüzeye çıkıp yüzeydeki suyu derinlere atması. Bunun dışında zaten Doğu Akdeniz, Marmara’daki kirlilik durumları çok kötü. Akdeniz’in izlemesini Çevre Bakanlığı için biz yapıyoruz. Bu körfezlerde su kalitesi durumu oldukça kötü. Fethiye’de durum kötü, Antalya’da baskılar artmak üzere. Marmara zaten yüzülebilir bir deniz olmaktan çıkmış durumda. Karadeniz dediğim gibi bizim kıyılardan da girdiler var, dolayısıyla bu kıyıdaki girdileri kontrol altına almadığımız sürece oradaki yüzme suyunun kalitesi daha da düşecek. Dolayısıyla bu sorunun cevabı evet, yakında yüzecek deniz bulamayacağız!
Denizlerin Dijital İkizlerini Yaratıyoruz!
Bunları sizden dinledikçe denizlerimizin sürdürülebilirliği ve temizliği için yaptığınız çalışmaların ne kadar önemli ve kıymetli olduğunu bir kez daha anlıyoruz. Peki sağlıklı ve sürdürülebilir bir ekosistem için ne gibi teknolojik yatırımlar yapılması gerekiyor? ODTÜ Deniz Bilimleri Enstitüsü’nün yeni projelerini geliyor mu?
Mevcut durumu analiz ettiğimiz zaman ortaya biraz karamsar bir tablo çıkıyor. Ama yeni projeler, yeni fikirler ve yeni çözüm önerileri var mı diye soracak olursanız, evet var. Bu mevcut kirlilik problemini çözmek için de bazı çalışmalar yapıyoruz.
Denizlerin dijital ikizleri ve denizlerden teknolojik olarak faydalanma şu anda öne çıkan çözüm yolları arasında.
Örneğin Marmara Denizi’nde ve Karadeniz’de bu denizlerin dijital ikizini oluşturuyoruz ve bu oluşturduğumuz dijital ikizler ile hem mevcut durumun analizini yapıyoruz, kirliliğin kaynakları neler ya da farklı baskıların sebebiyet verdiği sonuçlar neler, bunlara çözüm önerileri bulup bunları son kullanıcılara ve yöneticilere aktarıyoruz. Örneğin Marmara’da nerelerde, hangi kirlilik girdileri ne kadar yüzde ile azaltılırsa Marmara özlediğimiz daha oksijenli duruma döner, oradaki servislerden nasıl daha fazla faydalanırız gibi konulara yönelik projeler geliştiriyoruz. Denizlerin Dijital İkizleri Projesi yüksek teknoloji ve yeni yaklaşımlar gerektiriyor. Yapay zekayı işin içine dahil etmemizi gerektiyor.
Bunun ötesinde örneğin farklı teknolojilerden denizden sıfır karbon hammadde eldesi, sıfır karbon gıda eldesi ve denizlerin daha etkin kullanılarak denizlerden sürdürülebilir enerji eldesi yönünde geliştirdiğimiz bir proje var. Bu henüz fonlanmış değil ama umut ediyoruz ki önümüzdeki dönemlerde bunlar da fonlanacak.
Yapay zekanın kullanımı bize gelecekte daha sağlıklı denizler için bir fayda sağlayacak mı?
Yapay zekayı kullanmaya başladık. Özellikle risk değerlendirmeleri ve son kullanıcılara geliştirdiğimiz yönetişim araçları için kullanıyoruz. Yapay zeka bizim modelleri de hızlandırıyor. Bu araçları yöneticilere yönelik daha hızlı ve daha etkili bir şekilde geliştirip onların kullanımına da sunabiliyoruz. En başta altını çizdiğimiz gibi denizler birçok baskıdan etkileniyor, iklim değişimi bunlardan bir tanesi. Önümüzdeki on yıllar boyunca biz bizim deniz ekosistem modellerini çalıştıracak olsak bu ciddi bir zaman alır. Ama bu modeller ile makina öğrenmesini kullanarak, bunları eğiterek yöneticilere yönelik, karar vericilere yönelik çeşitli karar destek amaçları geliştirmeye başladık.
Bunun ötesinde görselleştirme ve veri analizi konularında, denizlerde ve okyanuslarda büyük veri konusunda yapay zekayı kullanıyoruz. Denizlerde ve okyanuslarda büyük veri çok önemli bir konu. Bu veriler vatandaşa yönelik olarak da kullanılacak. Vatandaş bilimi çerçevesinde biz öğrencileri de veri toplama işine dahil edip, bu tür verilerin analizi konusunda yapay zekayı kullanmayı hedefliyoruz ve bu çalışmalara başladık.
Düzen Sağlık Grubu’nun odakları arasında her zaman çevre ve sürdürülebilirlik var. Sizin ODTÜ İklim Değişikliği ve Sürdürülebilir Kalkınma Merkezi Müdürü kimliğiniz ile şu sorulara cevaplarınızı almak istiyoruz: Dünyada çevre, iklim değişikliği ve sürdürülebilirlik vurgusu nereye gidiyor? 2025 ve sonrasında deniz kirliliği, iklim değişikliği ve sürdürülebilirlik konusunda neleri konuşacağız? Bizi bekleyen en büyük tehditler neler?
2025 ve sonrasında mevcut baskıların devam edeceğini öngörüyoruz. Önce denizlerden başlarsak, artan nüfus ve değişen tarım politikaları ile deniz kirliliğinin maalesef artarak devam edeceğini öngörüyoruz. İklim değişikliği ve sürdürülebilirlik konuları sadece çevresel değil. İşin ekonomik, sosyal ve politik yanlarını da ele almak gerekiyor.
Kirlilik konusunda kesinlikle bazı adımların atılması lazım!
Örneğin tarımda kullanılan pestisitler, endüstriyel kimyasallar, bunlar hep artarak devam edecek. Bunların üstesinden ancak daha sıkı düzenlemeler ve daha sürdürülebilir uygulamalara geçerek gelebiliriz. Plastik kirliliğini hepimiz hem karada, hem denizde çok fazla hissediyoruz. Bunların ekosisteme ve insan sağlığına etkisi sıkı incelediğimiz konulardan bir tanesi. İklim değişikliği denince artan sıcaklıklar kentleri de etkiliyor, denizleri de etkiliyor. Dolayısıyla doğaya da dayalı çözümlere geçmemiz gerekiyor. Karbon emisyonlarını azaltmanın dışında elimizde başka bir çare de yok. Bazı yöntemler tartışılıyor ama onların kalıcılığı yok.
Ekosistemler değişecek. 2025 sonrasında tür kayıpları artabilir!
Bunların önüne geçmenin yolu her şeyden önce koruma alanlarını artırmak. Balıkçılık uygulamaları yapıyorsak bunları ekosistem tabanlı olarak yapmak. Döngüsel ekonomi ve teknolojik inovasyona önem vermemiz gerekiyor. Tabi başka tehditler de var. İklim değişikliğinin getirdiği bir işsizlik var. Adil geçiş süreçleri önemli. Ekosistemlerin değişimini yakından gözlemleyeceğiz. Bunlar da 2025 sonrası kaygı verici ve yakından takip ettiğimiz konular olarak öne çıkıyor.
Sizden kırmızı bayraklar kaldıran ve alarm veren bilgiler aldık. Bu süreçte bize, bireylere ve kurumlara ne gibi görevler düşüyor? Sağlıklı denizler için vatandaşlar olarak neler yapabiliriz?
Sohbetimizde tehditlerin yanı sıra çözüm önerilerini de aktarmaya çalıştım. Evet gidişat iyi değil ve bu bir gerçek. Burada COP 29 ile ilgili de ufak bir parantez de açabiliriz. Her ne kadar COP 29 Kyoto gibi, Paris gibi tarihe ismini yazdıracak bir COP olsa da bu daha çok finansal konularda birçok karar alınan bir zirve oldu. Ancak Net Sıfır hedefine yönelik dünyada en fazla emisyonu şu anda yayan 12 ülke üst düzey yönetici seviyesinde zirveye katılım sağlamadı. Bu yönde diğer taraftan da bir hayal kırıklığı oluşturdu. Bizim toplumlar olarak, özellikle Türkiye olarak buna tepki göstermemiz ve bu konuda elimizden gelen hassasiyeti göstermemiz gerekiyor. Burada yöneticilerden toplumdaki her bireye kadar iş düşüyor.
Ülke olarak ortaya koyduğumuz İklim Değişikliği Eylem Planı esasında başarılı ve ne kadar hassas bir bölgede olduğumuzun farkındayız. Bunu ısrarla dile getirmemiz gerekiyor.
Herkes iklim değişiminden ve etkilerinden şikayet ediyor ama birisi birşey yapsın diye beklememiz lazım.
Biz de bireyler olarak, vatandaşlar olarak hayat stilimizi değiştirebiliriz. Burada her şeyden önce gıda en önemli konuların başında geliyor. Gıdada israf ciddi bir karbon emisyonu kaynağı. Hayvansal proteinler ciddi bir karbon emisyonu kaynağı. Sürdürülebilir tarım, su kaynaklarının daha etkili ve daha az kullanımı, daha az plastik kullanımı, sürdürülebilir enerji kaynaklarına yönelmek, enerjiyi daha az kullanmak, taşıtlar konusunda elektrikli taşıtlar gibi alternatiflere, toplu taşımaya yönelmek, toplu taşımada da elektrikli araçların kullanılması gibi konularda birçok şey yapabiliriz.
Her şeyden önce İklim Okuryazarlığı!
Ama her şeyden önce İklim Okuryazarlığı geliyor. İklim bizi nasıl etkiliyor, biz iklimi nasıl etkiliyoruz bunu öğrenmek hepimizin görevi. Bunu öğrendikten sonra zaten arkası geliyor. Ben bir taraftan iklim okuryazarlığı, bir taraftan okyanus okuryazarlığı diyorum. Bu ikisini öğrenmek ve daha sonra bu konularda bir hassasiyet geliştirerek bunu çevremize yaymanın çok önemli olduğunu düşünüyorum. Bunlar oldukça umut var.