X
Kelime:
Kategori:
Tarih:
RadDatePicker
Open the calendar popup.
ile
RadDatePicker
Open the calendar popup.
 

Cumhuriyet ve Köy Enstitüleri Üzerine Birkaç Söz

Cumhuriyet ve Köy Enstitüleri Üzerine Birkaç Söz

Dr. Önder. C. SEZGİN

“Geldikleri Gibi Giderler...”

Öyle demişti, mavi gözlü sarışın adam, boğazda demirli düşman zırhlılarını gördüğünde. Ve öyle de oldu...

O devasa savaş, o meşum işgal günleri geride kalmış, Lozan’da Türkiye’nin tapusu çetin bir diplomatik mücadeleyle alınmış ve 29 Ekim 1923 günü Cumhuriyet ilan edilmişti. Müthiş bir Kurtuluş hikayesine müthiş bir final sahnesi. Sevinç, coşku, tüm topluma yayılan bir “başarmışlık” duygusu.

Gelgelelim Cumhuriyet bu kıraç topraklara birdenbire her şeyi getirecek, tüm karanlığı bir gecede aydınlatacak, her derde deva olacak değildi. Bunu “O” da biliyordu. Hiç vakit geçirmeden bir bir başladı atılımlar, devrimler, Cumhuriyetin o vakur, kararlı medeniyet yürüyüşü. Dünyada söz sahibi bir ülke olmanın formülleri devreye alınmış, peş peşe devrimler, batılı değerlere, gelişmişliğe, aydınlığa bir yolculuk başlamıştı. Ama bir konu vardı ki, zor, çok zor, hatta imkânsız. O da eğitim.

Eğitim

Bu büyük coğrafyada ihmal edilmiş, eğitimsiz, altyapısız, sanayisiz, sermayesiz, bilgisiz bir halk ve hemen hemen sıfır mertebesinde bir eğitim altyapısı devralan Cumhuriyet’in karşısındaki en büyük sorun; yetişmiş, ortaçağın karanlığından, hurafelerden kurtulmuş bir genç nesile olan ihtiyaçtı.. Kalkınma, modernleşme, batılılaşma, aydınlanma güzel hedefler de bu hedefler nasıl elde edilecek. İşte en zorlanılan konu da bu olmuş zaten. Daha savaş yıllarında başlayan eğitim arayışı hedefleri koymuş ama çözüm kolay değil elbette. Mucizevi çözümleri bulmak için denenmedik yol bırakılmamış ama bir türlü o hızlı, tabana yayılacak, ülkeye dağılacak eğitim altyapısı kurulamamış istendiği gibi. Yurt içinden bilenlere sorulmuş, yurt dışından uzmanlara danışılmış, denenmiş, bakılmış ama olmamış bir türlü.

 

Çözüm: Köy Enstitüleri

Sonuçta yine bu topraklardan çıkmış, bu toprakların çaresizliğine çözüm. Başka bir örneği olmayan bir model. Sonraki yıllarda batıda bile tartışılan, üzerine tez çalışmaları yapılan, kitaplar yazılan örnek bir model. Köylüyü, yani asıl bu toprakların hâkim gücünü eğitmek, kalkınmayı en uç noktadan başlatabilmek için bambaşka bir çözüm önerisi. Köy Enstitüleri işte bu arayışın, eğitimi tabana yaymanın anahtarı olarak çıkmış ortaya. Aslında fikir çok basit. Köylerden biraz akıllı, becerikli, gözü pek gençleri bulup çıkarmak ve eğitip tekrar yaşadığı topraklara donanımlı, eğitimli, iş bilen önderler olarak geri yollamak. Fikir bu kadar basit ama bir örneği de yok o güne kadar. Ancak bu noktada devreye giren adı unutulmaz o eğitimciler, yöneticiler olmaz sanılanı oldurmuş ve gerçekten de muhteşem eğitim programlarıyla, güçlü eğitim kadrolarıyla bir anda tüm ülkeye yayılan bu enstitüler üzerine düşeni yapmaya başlamış ve ışıl ışıl gençler köylerde parlamaya, çevrelerine de ışık saçmaya başlamışlar. Nasıl saçmasınlar ki. Hem temel kitabi bilgileri alan, fen bilimleri, matematik, edebiyat, tarih, ne varsa müfredatta olması gereken, bunları öğrenmiş, hem de el becerisi, inşaat, sağlık, resim, müzik, tiyatro, dünya edebiyatı, tarım, hayvancılık, ev ekonomisi, bir köy önderinin bilmesi gereken ne varsa bilen, hatta çok daha fazlasını özümsemiş, en az bir enstrüman çalan, Tolstoy’u, Zola’yı, Fikret’i ve nicelerini okumuş, aydın bir nesil. Üstelik kendi eğitmenleriyle çata çat tartışmayı, doğru bildiğini cesurca söylemeyi beceren, adabı muaşeret sahibi bir nesil. Her bölgenin kendine özel dersleri olan, inşaatını bile içinde okuyan çocukların yaptığı, yaparken öğrendiği, derslerin büyük bir bölümünün pratiğe ayrıldığı okullar. İş içinde eğitim felsefesiyle yetişen gençler.

 

Ne güzel anlattım değil mi, buraya kadar? Gerçekten de bir çırpıda dökülüverdi kelimeler klavyeden. Oysa hiç bitmez ki aydınlığı örtmeye çalışan karanlık güçlerin karşı duruşu. Dünya tarihinde nereye baksanız görürsünüz, biz de görmüşüz. Hatta daha bu proje başlamadan çıkarmış kafasını karanlık güçler, yapılan her güzel şeye taş koyan odaklar. Taassubun ve bağnazlığın o her şeye karşı duruşu, karalama, iftira ne var ne yoksa kötülük adına, çıkmış saklandıkları karanlıklardan. İstememiş güç odakları, feodaller, siyaset bezirganları, şeyhler, şıhlar, tarikatlar, kendi güçlerine halel gelmesini istemeyenler. Ne ahlaksızlığı kalmış Köy Enstitülerinin ne komünistliği. Kulaktan kulağa kapalı kapılar arkasında, hatta açıktan açığa ne varsa boca etmişler, saçmışlar üzerine enstitülerin ve onları kuran, yaşatanların. İkinci Dünya Savaşı’nın tüm Avrupa’yı hatta Dünya’yı karanlığa gömdüğü yıllarda Anadolu topraklarında çiçekler açtırmayı başarmış o güzide insanların; evlerinden, ailelerinden uzaklarda eğitim için yaşamlarını ortaya koyanların hiç eksik olmamış düşmanları. Ve savaş sonrasının yeniden şekillenen Dünyasında ulu Atamın “Tam Bağımsızlık” felsefesinden sapan, kendi kendine yeten bir ülke, üreten, sanayileşen bir ülke olmaktan vazgeçip, batının sömürmesine izin veren, uçak fabrikalarını kapatan, kendi savaş sanayisini baltalayan, tarımını, ulaşımını zorla getirdiği noktada duraklatan hatta geri düşüren siyaset anlayışı, yönetim anlayışı. Sen üretme, biz veririz diyenlere kucak açan dar görüş...

 

Sarsılınca feodal güçlerin otoritesi, siyasetçinin sığ sözleri, din bezirganlarının hakimiyeti, ipi de çekilir elbette medeniyet diyenlerin. Savaş sonrasının yeniden dağıtılan kartlarından bize düşen de vazgeçmek olmuş kendi yağımızla kavrulup, ele güne muhtaç olmayan bir ülke yaratma, modern dünyanın öncüsü, oyun kurucusu olma hedefimizden. Oysa devam ettirilebilse, bugün gıptayla baktığımız o gelişmiş ülkeleri fersah fersah geçmiş olmaz mıydık, eğitimde, üretimde, ekonomide, dış ilişkilerde? Dünya’ya örnek, az gelişmiş, geri kalmış, açlık, sefalet içindeki ülkelere rol modelken bugün geldiğimiz noktadan kaçımız memnun acaba?

Evet, ne yazık ki kaçırmışız Anadolu aydınlanmasını bir avuç yobazın, işbirlikçi odakların karşı duruşu nedeniyle. Bugün yeniden yazılabilir mi o güzelim öykü, sanmıyorum. Ama eminim ki, benzer bir yol bulunabilir. Bu toprakları yeniden yükseltmek, insanını mutlu, refah içinde ve Dünya’da saygın bir toplum haline getirmek için bir yol bulunmalı. Bugünün Dünya’sı çok farklı, geride kalmak demek yarıştan düşmek demek. Zira zaten çok gerisinde kaldığımız eğitim, üretim, kalkınma, aydınlanma kavramlarını yakalayabilmek belki de o yıllardakinden de çok çaba, yatırım ve beyin gücü gerektiriyor. Bir an önce başlamak gerek, yarını beklemeden, bugünden...

“Cumhuriyeti korumak ve yüceltmek sizin göreviniz” demişti, Mustafa Kemal gençlere. Haydi gençler, silkeleyin üzerinizdeki ölü toprağını. Gün sizin.

Peki, bugünün gençleri, çocukları, siz hazır mısınız? Kafalarınızı elektronik dünyanın insanı esir eden bağımlılıklarından kaldırmaya, sosyal medyanın albenili coşkusundan kurtarmaya, sınavlar içinde boğulmuş zihinlerinizde yer açmaya? Öyle bir gelecek tasarlayın, öylesine sıkı sarılın, öylesine koruyun ve kollayın ki, gelecek sizlerin olsun. Hepinizi saran sarmalayan o mutsuzluk, umutsuzluk duygusu kaybolsun. Geleceğe dair planlarda hepinizin tuzu olsun. Gelecek çocukların, gençlerin ellerinde yükselecek.

Cumhuriyet Kutlu ve Mutlu Olsun.

 


 

Görüşlerinizi Paylaşın