X
Kelime:
Kategori:
Tarih:
RadDatePicker
Open the calendar popup.
ile
RadDatePicker
Open the calendar popup.
 

Makbule Hanım’ın Vefat Öncesi Son Sözleri “Ağabeyime Haber Verin, Gelsin Beni Aldırtsın!”

Makbule Hanım’ın Vefat Öncesi Son Sözleri “Ağabeyime Haber Verin, Gelsin Beni Aldırtsın!”

Işın Gürel - Gazeteci

Bu sayımızla birlikte sizlerle ilgimizi çeken kitapları, filmleri paylaşmaya başlıyoruz. İlk açılışı kendi adıma okumaktan çok keyif aldığım bir kitapla başlamak istedim. 

Gazeteci Nüket Aşkın ile uzun yıllar Başbakanlık (o zamanlar Başbakanlık vardı), Cumhurbaşkanlığı, Parlamento kıdemli muhabirleri olarak Ankara’da birlikte görev yaptık. Bahsettiğim mekanların önünde bazen gece gündüz beklediğimiz oldu. Haber peşinde koştuk, detayları kovaladık. Nüket ayrıca Millî Eğitim Bakanlığı, Ulaştırma Bakanlığı, Başbakanlık ve Türkiye Büyük Millet Meclis Başkanlığı’nda üst düzey bürokrat olarak da çalıştı. Atatürk’ün üniversite reformunu anlatan “Son Devrim” isimli araştırma kitabının ardından bu kez de okuyucularının karşısına “Sırlarıyla Atatürk’ün Kız Kardeşi Makbule Hanım” ile çıktı. Ben kitabı okurken bazı hatıraların altını çizdim. Bu kitap kafamda büyük önder, büyük kurtarıcı, Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran ve ilk cumhurbaşkanlığı yapan Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ü ilk kez bir ağabey, bir oğul olarak hayal etmemi sağladı

İlk okullarda okutulan ve kargaları kovalayan Mustafa’dan çok daha ötesi olduğunu hatırlattı. Öncelikle kargaları kovalayan değil tüm sevgisiyle iyileştirmeye çalışan, adını “Hacı” koyduğu ve iyileştirdiği kargası öldüğünde gömüldüğü yere dut ağacı diktirip ismine ‘Hacı Dutu’ koyduran bir Atatürk

Atatürk’ün eğitim hayatından, kaybettiği dört kardeşine, savaş yıllarından cumhuriyete, İsmet İnönü ile olan ilişkisinden hastalık sürecine uzanan ve bu dönemde kardeşi “Makbuş” ile ilişkilerini anlatan bu kitabı Nüket Aşkın ile konuştuk. 


  • Öncelikle çok tebrik ediyorum. Makbule Hanım’la ilgili yazılan ilk kitaba imzanı attın ve kitap inanılmaz ilgi gördü. Dile kolay Mustafa Kemal, annesi Zübeyde Hanım ve kardeşi Makbule Hanım’a ait mektup ve fotoğrafların yer aldığı 165 kaynak ve belgeyi incelemek ve araştırmak… İyi ki merak etmişsin ve araştırmış ve yazmışsın. Öncelikle bu merak nereden doğdu? 

 


Tamamen kişisel bir merakla başladım bu yolculuğa. Bundan yaklaşık 15 yıl evvel Atatürk’ün sevdiği kadınların Latife Hanım ve Fikriye Hanım’ın çok konuşulduğu bir dönem oldu. O zaman hep aklımda aynı soru: ‘Birlikte aynı evi paylaştığı, çocukluğunu, ilk gençliğini birlikte geçirdiği aynı ana babadan bir kız kardeşi var. Adının Makbule olması dışında ne biliyoruz?’ Cevap ‘Hiç’ti. Kişisel merakımı gidermek amacıyla Milli Kütüphane’deki dönem gazetelerini taramaya başladım. Önce Makbule Hanım’ın 1951-1952 yılları arasında 141 gün süreyle ağabeyini anlattığı bir yazı dizisine rastladım. Atatürk’e ilişkin çok enteresan detaylar vardı ama yine anlatılanların çoğu kendisiyle ilgili değil Mustafa Kemal’in başarılarına, kahramanlıklarına odaklı bir anlatımdı. 

 


Gazete arşivlerini tarayıp dönem tanıklarının anılarını araştırdıkça Makbule Hanım’a daha fazla ulaşmaya başladım. Ardından Cumhurbaşkanlığı Devlet Arşivi, Türk Tarih Kurumu’nda daha derin çalışmalar yaptım. İğneyle kuyu kazdım diyebilirim. 

Bir kişinin kendisini anlatmasıyla başkalarının o kişiyi anlatması elbette farklı olabiliyor. Aynı olaya şahit olan kişilerin bile aktarımları farklılıklar gösterebiliyor. Ben Makbule Hanım’ın anlattıklarını da dönem tanıklarının anlattıklarını da hep bir başka kaynaktan daha teyit etme ihtiyacıyla hareket ettim. Bu da sanırım gazetecilik mesleğinin bizlere vermiş olduğu her bilginin teyit edilmesine ilişkin refleks olsa gerek. Bu arada bir araştırmacı ile bir gazeteci arasında çok önemli bir farkın da altını çizmem gerek. Bir gazeteci için haber kaynağı ne kadar kıymetliyse ve bu kaynağın gizli kalması gerekiyorsa bir araştırmacı için de ulaştığı yazılı veya sözlü kaynaklar bir o kadar kıymetlidir ancak bir farkla. Araştırmacı kaynaklarını mutlaka kamuoyu ile paylaşmalıdır. Maalesef bazı araştırmalarda dipnot eksiklerini görüyoruz. 


  • Kitabının ithafından çok etkilendim. ‘Bu ülke var oldukça var olaca Büyük Kurtarıcı’ya’ demişsin. Bu ifadeden tam olarak ne anlamalıyız?

 

Bu kitap da ithaf da aslında bir vefa borcu. 

Eğer bu topraklar üzerinde huzurla nefes alıyor, dilimize, dinimize, bayrağımıza sahip çıkabiliyorsak o büyük kurtarıcı sayesinde değil mi? 

 

  • Okuduklarımdan Makbule Hanım’ın sözünü sakınmayan, sevgisini de nefretini de net gösteren biri olduğunu düşünüyorum. Zaten senin de yazdığın gibi Atatürk de zaman zaman bu özelliklerini etrafındakilerle paylaşmış. Ama sana göre Makbule Hanım nasıl bir mizaçtaydı? 

 

Makbule Hanım’ın da hepimiz gibi güçlü ve zayıf yanları var. Bizlerden ne bir eksik ne bir fazla. Doğru söylüyorsun aslında zor bir karakter ama bir o kadar da anaç, bir o kadar da merhametli. Elbette hepsinin nedenleri var. Hayat, bana kimseyi davranışlarından dolayı yargılamamak gerektiğini öğretti. 

Babasını henüz üç yaşındayken kaybeden bir kız çocuğu Makbule Hanım. Küçük yaştan itibaren kendisinden dört yaş büyük ağabeyine çocuk yaşlardan itibaren hep bir hayranlık duyuyor. Hep evin büyüğü ağabeyinin peşinde. Ağabey bir anda savaşa gidiyor ve yıllarca anne-kız el yürekte onun yolunu gözlüyor.


Evin annesi Zübeyde Hanım da genç yaşta eşini kaybetmiş ve daha evvel üç evlat acısı yaşamış genç bir kadın. O nedenle evin büyük oğlu Mustafa’ya aşırı bir düşkünlüğü var.  Çocuk Makbule ağabeyine gösterilen bu olağanüstü ilginin de elbet farkında. Her şeye rağmen ağabeyine çok hayran bir kardeş.

  • Gerçekten de bu hayranlığı kitapta hissedebiliyoruz.  Kitapta dört ana bölüm var. Çocuklukları, savaş yılları, cumhuriyet dönemi ve Atatürk’ün vefatı ile sonrası… En yakın ve en uzak oldukları dönem hangisi? Zira kitapta ikisinin arasındaki inişli ve çıkışlı ilişki de dikkat çekici. 

 

Evet Makbule Hanım’ın hayatını dört ayrı bölümde ele alma ihtiyacı hissettim. Her bölümde farklı bir Makbule ve farklı bir ağabey-kardeş ilişkisini anlatıyorum. 

Atatürk ile kız kardeşi Makbule Hanım’ın ilişkisi inişler ve çıkışlar izliyor doğru. En yakın oldukları dönem çocukluk dönemi. Mesafeli oldukları dönem ise Cumhuriyet dönemi. Çocukluk günlerinde ağabeyinin Makbuş’u olan Makbule Hanım bir anda kendisini bir dünya liderinin kardeşi olarak buluyor. Devlet protokolünde, Cumhurbaşkanının sofrasında yer alıyor. Ağabeyi de kardeşi mahcup olmasın diye ona yeni sürece uyum sağlaması için görgü kuralları dersi bile aldırtıyor. 

Cumhuriyet döneminde Makbule Hanım ağabeyinin izin verdiği kadar yakın. Ancak her zaman eli üzerinde. Ne üzülmesini istiyor ne incinmesini. Resmi toplantılarda çok fazla kardeşine yer vermiyor ama sosyal ortamlarda uygun gördükçe yanında Makbule Hanım da bulunuyor. Hatta bir ara ona güvenini göstermek için Serbest Cumhuriyet Fırka üyesi dahi yapıyor. Bu hem Makbule Hanım’ı onurlandıran bir davranış hem de ‘Kardeşim dahi olsa bana herkes muhalefet edebilir’ diye demokratik bir adımın atılışı. Ancak olmuyor, Makbule Hanım biraz eleştirilerin dozunu kaçırınca ağabeyi ile gerginlik yaşanıyor.  Partinin de ömrü çok kısa oluyor biliyorsunuz. 

  • Ben kitabın bazı yerlerinde çok şaşırdım… Eminim okuyanlar da şaşıracaktır. Peki sen araştırman sırasında en çok nelere hayret ettin?   

Aynı senin gibi araştırırken de yazarken de şaşırdığım, yazdığım yazamadığım yerler oldu. Yazamama nedenim bir şeyleri saklamak maksatlı değil. Doğrulatamadığım hiçbir bilgiyi kitabıma almayı uygun görmediğimden. 

Çocukluk günlerine çok şaşırdım. Böylesine renkli bir çocukluk hayatı beklemiyordum doğrusu. O günlere ilişkin her ayrıntı beni şaşırttı. Makbule Hanım’ın da Atatürk’ün de hayli renkli bir çocukluğu var.  Dayıları hiç evlenmeyip yeğenlerine kendisini adamış ve babasızlık özlemi çekmemeleri için elinden geleni yapmış. Atatürk’ün dehası, hünerli oluşu, aklına koyduğunu yapabiliyor olması çocuk yaşlarda da kendisini gösteriyor. O özel ve güzel çocukluk günlerini ayrı bir çizimli çocuk kitabı haline getirdim. Eylül ayından itibaren “Büyük Atatürk’ün Çocukluğu” adıyla raflarda olacak. 


Aslında kitabın her satırı şaşırtıcı. Yakın çevremden de okurlarımdan da ‘Elimizden bırakamadık. Bu kadar sürükleyici bir tarihi kitap okumadık’ diyenler oldu. Aklıma gelen enteresan bulduğum yerler arasında Makbule Hanım’ın Fikriye Hanım ile arasının hiç iyi olmaması, Latife Hanım’la ağabeyi boşandıktan sonra bile görüşmeye devam etmesi, Mecdi Boysan’ın boşandığı eşi Makbule Hanım’ı Başbakan’a şikâyet eden mektubu, Refik Saydam’ın İnönü’nün Atatürk’ün son günlerinde yanına gitmemesi için feryat etmesi gibi bölümleri sayabilirim. 

  • Atatürk’ün bir eli hep kardeşinin üzerinde, özellikle de annesinin ölümünden sonra. Ama bunu yaparken bile önce görevinin getirdiği sorumluluk, vatanı ve milleti geliyor. Bu konuda da çok titiz ve bir o kadar da dikkatli. O kadar ki mirası konusunda bile ince çizgiyi koruyor. Sence bu ince çizgiyi Makbule Hanım nasıl değerlendirmişti? 

Makbule Hanım zaten ağabeyinin mirasını devletine, milletine bırakacağını kendisine söylediğini anlatıyor. Buna bir itirazı yok ama bana sorarsanız kardeşi olarak kendisini de özel bir konumda görmek istiyor. Açıkçası Atatürk’ün kardeşi olduğunun hissettirilmesini bekliyor. Ancak açıklanan mirasta neredeyse kendisiyle aynı tutulan pek çok ismi görünce üzüntü duyuyor ve bu üzüntüsünü de gizlemiyor. Sabiha Gökçen’den Ülkü’ye kadar birçok isim arasında kendisinin ismine de yer verilmiş olduğunu görünce isyan ediyor. Atatürk’ün kendisine ‘Hemşire’ ya da ‘Hanımefendi’ diye hitap ettiğini vasiyette Makbule diye yazıldığını söyleyerek itirazda bulunması, “Çok kızdığı İnönü’nün çocuklarına mirasta yer veremez” diye isyan etmesi aslında hep bir gönül kırgınlığından.

 

 


  • Beni en çok yaralayan konulardan biri de Makbule Hanım’ın özellikle de ağabeyi Atatürk’ü kaybetmesinin ardından bir nevi kendisini terk edilmiş ve yalnız hissetmesiydi… Açıklamaları hep o yönde. Nasıl değerlendirirsin?

Çok doğru. Gerçekten canından bir parça da Atatürk’le birlikte gömülüyor. Neredeyse hayata küsüyor. Atatürk’ün son zamanlarında daima yanında olanların da kendisine yüz çevirdiğinden yakınıyor. Makbule Hanım’ı Atatürk’ün bir emaneti olarak tam anlamıyla sahip çıkan kişinin Celal Bayar olduğunu söylemeliyim. İnanılmaz bir hürmet, inanılmaz bir sahip çıkış var Bayar’da. Makbule Hanım da her zaman Bayar’ı ayrı tutuyor zaten. Hastalığı süresince Çankaya Köşkü’nden hastaneye yemek bile gönderiyor Bayar. 


Makbule Hanım’ın vefatından hemen önce ağzından dökülen sözler aslında tüm hayatını özetliyor. “Ağabeyime haber verin. Gelsin beni aldırsın” diyor. Ağabeyi olmadan, onu dayanak olarak görmediği bir an dahi yok. 

 


  • Kitabında Fevzi Çakmak ve İsmet İnönü arasındaki olaylar; Atatürk ile İnönü arasındaki gerginlikler, Atatürk’ün devlet adamlığı, dehası, kızdığındaki duruşu ve nüktedan kişiliğini de aktarmışsın. Asla aklıma gelmeyecek Atatürk’ün bir cenaze namazı hikayesi var. Tahnit işlemi ve bu işlemin bozulmasında yaşananlar ve daha ötesi çok önemli detaylar var.  Bundan sonra ne yazacaksın diye merak ediyorum. Yine Atatürk hakkında yeni bir kitap hazırlığı var mı? 

Var tabii olmaz mı? Siz yeter ki isteyin… Seni ve okuyucularımı bu kadar meraklandırabilmek ve yeni kitaplarımı böylesine heyecanla beklediğinizi görmek beni de heyecanlandırıyor elbette. Az evvel bahsettiğim gibi Atatürk’ün hiç bilinmeyen ve bizlerin bile orta yaşta veya daha ileri yaşlarda öğrendiğimiz harikulade bir çocukluğu var. Çocuklarımızı gerçek Atatürk’ün çocukluğu ile buluşturmak istiyorum. İdeallerinden, hayallerinden vazgeçmeyen, aklıyla azmiyle her türlü zorluğun üstesinden gelebilen vicdanlı, merhametli bu özel çocuğu hepimiz daha yakından tanımalıyız. Bugüne kadar kahramanlıklarına, zaferlerine odaklandığımız Büyük Kurtarıcı’nın da bir zamanlar bir çocuk olduğunu hissetmek gerçek Atatürk’e de ulaşmamızı sağlayan önemli bir adım bence. 

 


10 Kasım için de çok özel bir kitabın hazırlığını tamamlamak üzereyim. Umarım benim kitaplarımı yazarken aldığım keyfi sizler de okurken alırsınız. 


  • Çok teşekkür ederim. Merakla yeni kitaplarını bekliyoruz. 

Ben teşekkür ederim. 


 

Görüşlerinizi Paylaşın