Vaveyla/Çığlık
Özgürlüğün kısıtlandığı durumlarda
uyarıcı ses olabilmek
Uzm.Vet.Hek. Yudum İki Yakın
23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramını kutlamamızın, hele ki çocuklarla bir anmamızın en önemli sebebi egemenliğin kayıtsız şartsız millete ait olması yani bağımsızlık kavramıdır. En zor zamanlar ise bağımsızlığımızın sınırlandığı, kısıtlandığı zamanlardır. Azim ve umut gerektiren böyle zamanlarda çalışma azminin ve bilgi aktarımının önemini anlatan yakın ve uzak geçmişimizden iki örnek paylaşmak istiyorum sizlerle. Hikayeye ulaşmaya ve sizlerle paylaşmaya imkan sağlayanlara teşekkür ederiz.
Pandemi ve Dr. Li Wenliang
İlk örneğim Pandemi nedenli 11 Mart 2020 itibari ile ülkemizde uygulamaya alınan kısıtlamalar sonrası ilk hazırladığımız ve yine 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramına denk gelen bültenimiz ile ilgili.
Hastalığın etkilerinin bilinmediği, neler yaşanılabileceğinin öngörülemediği, izne bağlı sokağa çıkıp işe gidebildiğimiz, genelde yarı zamanlı ve uzaktan çalışma ile evlerimizden çalıştığımız bu kısıtlılık dönemini hepiniz hatırlarsınız. Tam da bu sırada sosyal medyada karşımıza çıkan haberlerden biri Wuhan’da başlayan Covid-19 salgınıyla ilgili daha ilk aşamalarında bilgi verdiği için susturulan, sonrasında hastaları tedavi ederken muhtemelen virüsü kaptığı Wuhan Merkez Hastanesinde yaşamını yitiren 34 yaşındaki Dr. Li Wenliang’a aitti.
Çin Hükümetinin sessiz kalmayı tercih ettiği sırada, Dr. Wenliang, eski sınıf arkadaşlarından oluşan bir sosyal medya grubunda virüs hakkında uyarıda bulunmuş, 2002-2003 yıllarında 800’e yakın kişiyi öldüren SARS’a benzer bir virüse rastladığını yazmıştı. Yedi hastasının virüse maruz kaldığını rapor ettikten sonra 3 Ocak 2020 tarihinde kendisini ziyaret eden polis tarafından yalan bilgi yaydığını kabul eden bir yazıyı imzalamaya zorlandığını ve bu davranışına devam ederse cezalandırılacağı yönünde uyarıldığını anlatmıştı.
Anadolu Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi 2018 yılı mezunu Gülnihal Kaynar’ın “Çığlık” isimli tablosunu Dr. Li Wenliang’a atfetmemiz ve Ankara Kavaklıdere şubemizde sergilememiz de bu yüzdendir. İlgili bültenimize aşağıdaki bağlantıdan ulaşabilirsiniz. https://ebulten.duzen.com.tr/pdf/bulten-91-sayi
Vaveyla’nın Hikayesi
1936 yılından beri TBMM kütüphane arşivinde bulunan Vaveyla Dergisi, kütüphaneden temin edilerek, transkripsiyonu Prof.Dr. Bingür Sönmez tarafından yaptırılmış ve Kültür Bakanlığı tarafından bastırılmıştır.
İkinci örneğim ise 1. Dünya Savaşından. Avrupa merkezli Birinci Dünya Savaşı 1918 tarihinde sona ermiş, yıkıcı etkiler bırakmış ve akabinde hem sınırların hem de iktidarların değişmesine sebebiyet vermiştir. Bu küresel savaşta Almanya, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu ve İtalya ile ittifak kurup, Fransa, İngiltere ve Rusya'yı karşısına almıştır. Osmanlı Devleti de sonradan Almanya ile olan ittifaka katılmış ve sonuçta ağır bir yenilgiye uğramıştır. Bu büyük savaşta birçok cephede savaş veren Osmanlı Devleti, Rus İmparatorluğu ile Kafkas cephesinde karşı karşıya gelmiştir. Savaşın sonunda Osmanlı Devleti yenilmiş ve çok büyük bir toprak kaybına uğramış, birçok şehit ve gazinin yanında binlerce askeri esir düşmüştür. Hikayemiz de tam burada başlar. Prof.Dr. Bingür Sönmez’in aktardığı bilgileri sizin için özetledik.
Sönmez, bu hikayenin sadece bir el yazması halinde yayımlanan süreli dergiden daha çok, esir Türklerin hazin ama bir o kadar da gurur ve azmini içerdiğine vurgu yapar. Bu Vaveyla'nın hikayesidir. Araştırmalar Kafkas cephesinde 100 binin üzerinde esirimiz olduğunu göstermektedir. Ve Ruslar Türk esirlerini bu dönemde Sibirya'ya doğru götürmek isteyeceklerdir. Fakat Sibirya'ya götürülmeden önce bazı aşamaları vardır bu sevkiyatın.
Ruslar Türk esirler için iki yerde karantina merkezi -Sarıkamış'ta ve Kars'ta- oluşturmuşlardır. Sönmez, o döneme ilişkin konuşurken esirlerle ilgili çalışma yaptıklarını ama ellerinde belge olmadığını söylüyor. Bunun bir nedenini Sarıkamış Savaşının büyüklüğüne ve yarattığı travmatik etkilere bağlıyor. Bunun dışında subaylar içinden bile okuma yazma bilmeyenler olduğu için anılar yazılmamış. Yazılan anıların büyük bir bölümüne Ruslar el koymuş veya yaşamlarını orada yitiren subayların anıları yayınlanmamış. Türkiye’ye geldikten sonra anılar sandıklarda kaybolmuş. İşte tüm bunlardan dolayı esaret hayatı karanlık nokta kalmıştı.

Kafkas Cephesinde Ruslara esir düşen Türkler kamplara hayvan taşımada kullanılan vagonlarla götürülmüştür. Haliyle vagonlar hijyenik şartlardan uzakta olduğu gibi, taşımalar balık istifi şeklindedir. Vagonların pencereleri dışarıdan kilitlidir, haliyle havasız bir ortam içerirler. Esirler tuvalet ihtiyaçlarını vagonun içinde görürler. Bu durumda zaten hijyenik olmayan ve havasız olan ortam çok fazla hastalığa davetiye çıkartmıştır. Günlerce, hatta haftalarca süren bir sevkiyat süreci içerisinde, hem aç ve susuz hem de sıkışık ve hasta bir şekilde çoğu esir, esir kampına varmadan daha yollarda vefat etmiştir.
Karantina merkezlerine ulaşıp sağ çıkan esirler için bir diğer durak toplama kamplarıdır. Toplama kampları da yine iki tane. Biri Nargin Adası'dır, diğeri Tiflis'tir. Nargin Adası, Azerbaycan'da Cehennem Adası olarak ya da Yılanlıada olarak anılmaktadır. Bazı esirler orayı “makber yeri” olarak tanımlamaktadır. Çünkü bu toplama kamplarında da şartlar yine oldukça sağlıksızdır ve pek çoğunun oralarda vefat ettiğini yine elde edilen hatıratlardan öğreniyoruz. Tabii bu demiryolu haricinde, istasyona indikten sonra Sibirya bölgesine, esir kamplarına olan yolculukları ise kızaklar ile devam ediyor. Bu da kimilerinin soğuktan donmasına sebebiyet veriyor. Krasnoyarsk esir kampı işte bu kamplardan biri. Diğer kamplara oranla hem fizyolojik ihtiyaçlarını giderme konusunda hem hijyenik ortam olarak diğerlerine göre çok daha kaliteli. Yine bu kampta çok fazla sosyal aktivite mevcut. Sönmez, bunun sebebinin de büyük ihtimalle özellikle üst rütbeli askerlerin mevcudiyeti ve Rus muhafızlarla aralarını çok iyi tutması olabileceğinden bahsediyor. Kampta 400 Türk esir dışında toplamda 4000 esir bulunuyor. Alman, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu, Bulgaristan hatta Arap esirler de var. Krasnoyarsk esir kampı her şeye rağmen Türklerin kendisini var etmeye çalıştığı bir dünyayı ifade ediyor!
Türklerin esir kampında Vaveyla dergisi ile varoluş hikayesi!
Krasnoyarsk esir kampı Türklerin “bir gün” vatana geri dönebilmek umuduyla hayata bağlandıkları, ve bu kampı nasıl bir okula dönüştürdüklerinin hikayesidir. Ve bu hikayenin baş rolünde esir kampında, o şartlarda, müthiş bir disiplinde çıkarılan Vaveyla dergisi vardır. Vaveyla çığlık demek!
Esir kampını Medrese-i Yusufiye'ye çeviren esir Türkler, o zor şartlar altında dil ve meslek öğrenip, dergi çıkararak hem seslerini duyurmak hem de dışarıdaki sesleri duymak ve böylece tarihe not düşmek isterler. Vaveyla yani çığlık ismini de Namık Kemal’in yazdığı ve başlığını attığı Vaveyla şiirinde görmek mümkün… Yani VAVEYLA kelimesi aslında çok da tesadüfi olarak konulmamıştır dergiye, bir anlamı vardır. Bu anlam Namık Kemal’in aynı isimdeki şiirinde[1] yatmaktadır.
Esir kampında süreli bir dergi çıkarma, kağıt ve mürekkep bulma gibi zorlukların yanında o haleti ruhiye içinde yazı, şiir, hatta resim yapmak inanılası bir durum değildir. Bunu onca yabancı diğer esirler arasında Türk esirler çıkarır. Hem de uzun bir süreçte, tüm olanaksızlıklar içerisinde ustaca hazırlanmıştır. Sahibi ve yazı işleri müdürü bellidir. Amaç bellidir. Derginin isminin altında olan ve derginin içeriğiyle niyetini belli eden surlevha bile çok düşündürücü, ironik bir alt başlığı oluşturur. ”Haftalık her şeyden bahis ciddi, mizahi mecmuadır”.
Sönmez derginin ismi ile anlamını “Vaveyla ismiyle son derece uygun, mekanla bütünleşmiş ve aslında çaresizliği içeren ama çaresizliğe rağmen var olmak için, hayatta kalabilmek için ve vatana dokunabilmek için yazmak. İşte Vaveyla bu duygularla yazan insanların ortaya çıkardığı bir mecmuaydı. Dolayısıyla Vaveyla'yı sadece bir mecmua çıkarma olarak görmemek lazım. Arkasında büyük bir ideoloji var, büyük bir dünya görüşü var. Arkasında var olmak dediğimiz vatana geri dönebilmek için hayatta kalabilmeyi ve umudu taşımayı bir anlamda satırlara sığınarak, sütunlara sığınarak gerçekleştiren Türk esirleri var.” diye özetler.
Prof. Dr. Bingür Sönmez derginin çıkması için tüm koşulların sağlandığı ortamı şöyle özetliyor: “Öyle oluyor ki yiyecek, ekmek bulamadığınız bir yerdesiniz. Temiz suya, tuvalet ihtiyacınızı karşılayacak bir mekana, hasret kaldığınız bir mekandasınız. Ama buna rağmen var olmak için yazmak ve ölümün elinden bir şeyler kurtarmak adına yazmak, işte Krasnoyarsk'taki Türk esirlerinin yaptığı şeydi. Yazmak her şeyden önce kendisini ifade etmekti. Etrafı tanımak, dünya ile iletişim içinde bulunmaktı. Yazmak, vatana olan özlemin bir anlamda dile döküldüğü, somutlaştığı bir eylem biçimiydi Türk esirler için”.

“Esir Türk askerleri tıpkı savaş alanındaki şanlı direniş gibi esaret altında da onurlu bir yaşam mücadelesi vermekteydiler. Azim ve umut içinde. Esaret hayatı salgın ve soğuk gibi zor şartlar altında sağlansa da onlar başlarını dik tutmuşlardır her daim.”
Farklı esir kamplarında Türkler yine farklı yayınlar çıkarmışlardır. Ama en uzun ve en istikrarlı dergilerden bir tanesi Vaveyla'dır. Tam 101 sayı basılıyor! Aralık 1915'te başlıyor, Mart 1918'e kadar devam ediyor. Önce her hafta çıkıyor ama 89. sayıdan sonra 2 hafta bir çıkmaya başlıyor.
Kağıt ve mürekkepleri elde etmek adına para elde etmeye çalışmaları bile inanılmaz bir hissiyat içerir. Esaret, sefalet demektir. Ama burada bulunanların hepsi subay olması, eğitimli insanlar olması ciddi bir dayanışma sağlıyor. O sayede bu eserler ortaya çıkıyor. Zaten o kadar ilginç ki bir liste basılıyor ve mesul müdürün odasında dergi okunuyor. Okuyan ve dinleyen o dönemin parası olarak “bir kapik” ödüyor. Bununla kağıt alıyorlar, mürekkep alıyorlar, masraflar artınca fiyat da iki kapiğe çıkıyor. Hatta bu durum, “iki kapiğe çıkardık, eğer fiyatlar düşerse eski fiyatlara rücu edecektir” şeklinde özür dilenerek çok naif bir ifadeyle açıklanıyor.
Vaveyla’nın varlığının keşfedilmesi…
Mustafa Kemal, Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin milletvekillerinden İsmail Suphi Bey'i Buhara'daki esirlerle irtibat kurması için görevlendiriyor. İşte burada bir şekilde Vaveyla'yı keşfediyor. Nasıl eline geçiyor, kim öneriyor, nereden buluyor onu halen bilmiyoruz. Ama 1921 yılında dergiye sahip oluyor. Gazeteci de olan Burdur milletvekili İsmail Suphi Bey, dergiyi 1936'ya kadar evinde saklar. 1936'tan sonra Büyük Millet Meclisi'ne armağan eder.