X
Kelime:
Kategori:
Tarih:
RadDatePicker
Open the calendar popup.
ile
RadDatePicker
Open the calendar popup.
 

Tıp için Harikalar Yüzyılı

Tıp için Harikalar Yüzyılı

Tıp İçin Harikalar Yüzyılı

 

Cumhuriyetimiz yüzüncü yılını kutlarken geçtiğimiz yüzyılda çığır açan keşifleri, sağlık hizmetlerinde kaydedilen ilerlemeleri ve bu ilerlemelerin kurtardığı, iyileştirdiği sayısız hayatı da hatırlayalım istedim. Sağlık hizmetleri son 100 yılda nasıl değişti, hangi kilometre taşları bu olağanüstü ilerlemeye rehberlik etti ve Cumhuriyet Türkiye’si gelişmelere ne kadar uyum sağladı?

Halk Sağlığının Önceliklendirilmesi Cumhuriyet ile Başladı!

Cumhuriyetten önce bu topraklarda devlet eliyle yürütülen sağlık hizmetleri daha çok saraya ve orduya yönelikti. Sadece parası olanlar sağlık hizmetinden yararlanabiliyordu. Halk sağlığının bir ‘’devlet görevi’’ olarak ele alınışı Türkiye Büyük Millet Meclisi ile başladı. Meclis’in 2 Mayıs 1920'de kabul ettiği yasa ile sağlık hizmetleri ayrı bir bakanlıkça yürütülen, asli bir devlet görevi haline getirildi. Kurtuluş Savaşı'nın ağır koşullarından yeni çıkan genç bir ülke için bu büyük bir adımdı. İlk sağlık bakanı Dr. Adnan Adıvar göreve başladığında, ne yerleşmiş köklü bir örgüt ve alt yapı ne de gereksinimlere yanıt verecek yasal bir düzenleme vardı. Türkiye’de sadece 554 hekim, 136 ebe, 69 hasta bakıcı ve 4 eczacı vardı. Nüfusun yalnızca dörtte biri kentlerde yaşıyordu.  Her şeyin yeniden ya da yoktan kurulması gerekiyordu. Savaşlarda kaybettiği nüfusu yeniden kazanmak için nüfus artışını teşvik eden politikalar benimsendi, enfeksiyon hastalıkları da önemli bir sorun olarak görülüyor ve ele alınıyordu.

İnsülin Hormonunun Keşfi 

Türkiye Cumhuriyeti’nde sağlık bakanlığının kurulduğu yıllarda dünya insülinin keşfi ve bunun diyabet tedavisinde kullanılmaya başlamasını tartışıyordu. 1921'de Banting ve Best adlı iki Kanadalı, milyonlarca insanın hayatını değiştirecek çığır açıcı bir keşifte bulundu; pankreasın ürettiği ve kan şekerini düzenleyen hormon ‘’insülin’’. Çalışmaları, bu hormonun eksikliğinin, diyabet adı verilen yüksek kan şekeri seviyelerine yol açtığını gösterdi. O zamana kadar diyabet tanısı, etkili bir tedavi olmadığından bir nevi ‘’ölüm cezası’’ anlamına geliyordu. Araştırmacıların Tip1 Diyabet hastalarına izole ettikleri hayvan insülini uygulayarak, kan şekerini normale düşürebilmeleri diyabet tedavisinde kilometre taşlarından biri oldu. Zaman ilerledikçe hayvan insülinlerinin yerini alerjik reaksiyon riskini azaltan rekombinant insan insülinleri aldı. 1922 yılında İstanbul’a gelerek konferans veren Prof. Marcel Labbé, Türk hekimlerine diyabet ile ilgili gelişmeleri anlattı.  Dr. Süheyl Ünver ve Dr. Muzaffer Şevki Yener, diyabet ile ilgili gelişmeler üzerinde durdular ‘Türk Diyabet Cemiyeti’nin kurulumunda rol oynadılar. 

Penisilinin Keşfi ve Hıfzıssıhha Müessesesi ’ne Giden Yol

Aynı yıllarda dünya antibiyotikler ve aşılar gibi hastalıklarla etkili bir şekilde mücadele etmemizi sağlayan muazzam gelişmeler yaşıyordu. Alexander Fleming'in 1928'de penisilini keşfi ile insanoğlunun kendisini rehin alan bakteriyel hastalıklarla savaşı başladı. Antibiyotiklerden önce, küçücük kesikler bile yaşamı tehdit eden enfeksiyonlara yol açıyordu. Penisilin ile başlayan antibiyotik devrimi diğer antibiyotiklerin dünya çapındaki araştırmacılar tarafından tanımlanıp sentezlenmesiyle hızla gelişti. Ancak yorulmak bilmeyen araştırmalara ve gelişmelere rağmen özellikle antimikrobiyal dirençle ilgili olarak yeni zorluklar ortaya çıkmaya devam etti ve savaşı aleyhimize çevirdi. Türkiye’nin ilk Sağlık Bakanlarından olan Refik Saydam da koruyucu hekimliği öne çıkaran hamleler atıyordu. Sağlık hizmetini ve sosyal yardımı köylere kadar götürmek, sıtma, verem, frengi, trahom gibi bulaşıcı hastalıklarla mücadele etmek için 1928’de Hıfzıssıhha Müessesesinin kurulmasını sağladı. 

Geçtiğimiz yüzyılda halk sağlığının tarihine bakıyorsak en göze çarpan başarılarından biri aşıların geliştirilmesi ve çocuk felcinin ortadan kaldırılmasıydı. 20. yüzyılın başlarında çiçek hastalığı, difteri ve boğmaca gibi bulaşıcı hastalıklar yaygındı ve çok fazla acıya ve ölüme neden oldu. Hıfzıssıhha Müessesi dünya ile aynı dönemde aşı ve serum geliştirme çalışmaları yapmaya başladı ve Türkiye aşı ve serumları başka ülkelere de gönderebilecek kadar üretim yapabiliyordu (Ne yazık ki Hıfzıssıhha Müessesesi 2011’de kapatıldı ve yüzyıla damgasını vuran Covid döneminde bu enstitünün eksikliğini oldukça fazla hissettik). Aşılar, bir zamanlar korkulan bu enfeksiyonların nüfusa yayılmasını önleyerek halk sağlığında devrim yarattı. 

Çocuk Felci ile Mücadele

Çocuk felci, birçok çocuk ve genç yetişkinde geri dönüşü olmayan felce veya ölüme neden oluyordu. 1900'lü yılların ilk yarısında birçok ülkede salgın boyutlarına ulaşmıştı. Ancak durum, Dr. Jonas Salk'ın 1955'te çocuk felci virüsüne bir aşı keşfetmesi ve dünya çapında kitlesel aşılama kampanyaları ile hızla değişti ve çocuk felci vakalarında dramatik bir düşüş yaşandı. Milyonlarca çocuğun hayatı kurtuldu. Türkiye'de 1963 yılından itibaren çocukluk döneminde çocuk felci aşısı uygulamaya başladı. Son çocuk felci vakası Kasım 1998 yılında görülen ülkemize 2002 yılında Dünya Sağlık Örgütü tarafından çocuk felcinden arındırılmış ülke sertifikası verildi. 

İronik bir şekilde milyonlarca insanın ölümüne neden olan büyük savaşlar, sağlık hizmetlerinde birçok yeniliği ve ilerlemeyi gün yüzüne çıkardı. Gereklilik ve fırsatın bir araya gelmesi, tıp bilimini daha önce duyulmamış bir hızla ileriye doğru itti. Dünya Savaşları bugün bildiğimiz modern tıbbın gelişiminde kritik rol oynadı. Savaş alanında yaralanan askerlere hızlı ve pratik müdahale çabası ilerlemeyi hızlandırdı. Savaş, amputasyon ve rekonstrüktif cerrahi gibi cerrahi prosedürlerin iyileştirilmesi ve bu hassas operasyonlar için gerekli aletlerin geliştirilmesi sağlandı. 

Cumhuriyet Döneminde Radyoloji

Bir fizik profesörü olan Wilhelm Conrad Röntgen, 1895 yılında doktorların insan vücudunun içine ilk kez invaziv prosedürler olmadan bakmasına olanak tanıyan X ışınları bulundu. Bu müdahalesiz yaklaşım tıpta bir dönüm noktası olmuştu. Doktorlar kırık kemikleri, tümörleri ve diğer anormallikleri çok daha hızlı tespit edebilir hale gelmişti. Türkiye de Radyoloji Derneği Cumhuriyetimizin ilanının hemen ardından 1924 yılında, “Radyolojinin tıbbi tatbikatına ait ilerleme ve tekâmülü takip ve yurdumuzdaki inkişafına ve radyoloji müntesipleri arasındaki şahsi, mesleki ve ilmi tesanüdün ve bağlılıkların kuvvetlenmesine müşterek ihtiyaçların karşılanmasını sağlamaya hizmet ve yardım” amacı ile “Türk Elektrofizyoloji Cemiyeti” adı ile kuruldu ve günümüze kadar tüm gelişmeler özenle takip edildi. 

 

Doğmamış Çocuklarla Bağlantı: Ultrason!

Birinci Dünya Savaşı’nda denizaltıları tespit etmek amacı ile kullanılmış olan ultrason, İkinci Dünya Savaşı sırasında ve sonrasında tıp alanında da kullanılmaya başladı. Tıp alanında ilk olarak 1930 yılında Karl Theodore Dussik tarafından beyin hücreleri ile yapılan çalışmada kullandı. Ultrasonun obstetri alanında ilk kullanımı 1950’li yılların ortalarında İskoçyalı doğum uzmanı Ian Donald tarafından gerçekleştirildi. Hamile kadınların rahmindeki fetüslerin gerçek zamanlı görüntüleyen ultrason, anne adaylarının doğmamış çocuklarıyla bağlantı kurmalarını sağlayan bir ilerleme oldu. Son yıllarda, radyasyona maruz kalma risklerini en aza indirip doktorlara vücut yapıları hakkında benzersiz bir iç görü sağlayan manyetik rezonans görüntüleme (MRI) ve bilgisayarlı tomografi (BT) ile teşhiste bir sıçrama yaşandı. 

Tabi her şey mükemmel gitmiyordu. Tarihe Thalidomide Faciası olarak geçen ve bize onlarca ders veren olay 1957 yılında Contergan adıyla, hipnotik (sakinleştirici, uyku getirici) ve antiemetik (mide bulantısı ve kusmayı önleyici) olarak gebelik bulantılarından ve hamilelik kaynaklı uyku sorunlarından mustarip olanlar kadınlarda kullanılan ilaçla yaşandı. Başta "mucize ilaç" olarak görülen Thalidomide kullanan kadınlar, sağlıksız çocuklar doğurmaya başlandı ve bir sorun olduğu anlaşılınca 1961 yılında ilaç piyasadan kaldırıldı. Türkiye’de ise bu ilacın kullanımına bakteriyoloji üzerine uzmanlaşmış olan Ordinaryus Prof. Dr. Süreyya Tahsin Aygün ve Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Farmakoloji Kürsüsü başkanı Prof. Dr. Şükrü Kaymakçalan engel olmuştur.  İlaç Türkiye'ye geldiğinde, dönemin Sağlık Bakanlığı, bu iki akademisyenden aldığı bilgiler nedeniyle ilaca ruhsat vermedi. Profesör Kaymakçalan, ilacın toksisitesinin yeteri kadar analiz edilmediğini söylemişti ve Ordinaryus Profesör Aygün ise eline geçen birkaç tablet talidomidi kullanarak yaptığı deneylerde, tavuk embriyosunda gelişim sorunları gözlemişti. Hüsnükuruntu veya paranoid düşüncelerden çok veri ve bilime dayanan bu uyarılar sayesinde Türkiye'de 1 kişi bile thalidomide faciasından etkilenmedi.

 

Daha İyi ve Şefkatli Bir Ruh Sağlığı İçin

Yüz yıl önce, akıl hastalığından mustarip insanlar sıklıkla yanlış anlaşılıyor, damgalanıyor ve insanlık dışı muamelelere maruz kalıyorken gelişmeler ruh sağlığına yönelik toplumsal tutumların değişmesini sağladı. Eskiden tımarhaneler iyileşmek yerine kontrol altına almak için kullanılır, hastalar rızaları olmadan lobotomi veya elektrokonvülsif tedavi gibi prosedürlere maruz kalırlardı. Psikiyatristlerin nörokimyasal dengesizlikleri ve çevresel faktörlerin rolünü anlaması, Sigmund Freud ve Carl Jung tarafından geliştirilen psikoterapi teknikleri, antidepresanlar ve antipsikotik ilaçlarla daha şefkatli tedavi yaklaşımlarının temelini attı. Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesinde Dr. İzzettin Şadan S. Freud'un ve Jung'un yaklaşımlarının uygulanması için adım atan ilk Türk doktordu.  S. Freud ile mektuplaşan ve tercümelerini yapan Şadan psikanalizin öncüsü sayılmaktadır. 

AIDS ile Mücadele

1980'lerin başında yaşanan AIDS krizi modern halk sağlığında önemli bir dönüm noktası oldu. İnsan bağışıklık yetersizliği virüsünün (HIV) neden olduğu bu hastalık, hızla yayıldı ve birkaç on yılda milyonlarca insanın hayatına mal oldu. Tıbbi araştırmacılar, hastalığın ilerlemesini durdurabilecek veya tersine çevirebilecek tedaviler ararken çılgınca virüsün doğasını ve bulaşmasını anlamaya çalıştı ve antiretroviral tedavi gibi çığır açıcı keşiflere yapıldı. Bu tedavi, AIDS'i birçok hasta için idam cezası olmaktan çıkardı ve yönetilebilir bir kronik hastalığa dönüştürdü. AIDS ile 1985’te tanışan Türkiye’de HIV enfeksiyonu Ekim 1985’te bildirimi zorunlu hastalıklar kategorisine dahil edildi. Kan ürünleri de 1987 yılından beri kontrol edilmektedir. Ancak Türkiye’de hayatın herhangi bir aşamasında AIDS ve diğer cinsel yolla bulaşan hastalıklar üzerine özel bir eğitim verilmemektedir; danışmanlık veren kurumlar da sınırlıdır. Medya birincil ve en popüler bilgi kaynağıdır. Ama farklı yıllarda yürütülmüş az sayıdaki çalışmadan hareketle, halkın değişik kesimlerinin AIDS konusundaki bilgi–bilinç düzeyinin yeterli olmadığı aşikardır. 

Tüm Çağların Hastalığı Kanser 

Sağlık hizmetlerinin tarihini daha derinlemesine inceledikçe kanser araştırmalarının ve tedavisinin de geçen yüzyılda çarpıcı biçimde değiştiğini görürüz. Kemoterapinin keşfi, bu ölümcül hastalıkla nasıl mücadele edileceğine dair anlayışımızda bir dönüm noktası oldu. Tümör büyümesini hızlandıran spesifik molekülerlerle savaşan ‘’hedefe yönelik’’ tedaviler ve tümör hücreleri ile mücadelede bağışıklık sistemini kullanan immünoterapiler gibi daha ileri yeniliklerin yolu açıldı. 

İnsan Genomu Projesi, karmaşık bir başyapıta son rötuşlarını yapan usta bir ressam gibi, tüm bu gelişmelere vurulan önemli bir fırça darbesi oldu. Bu iddialı çalışma, insan DNA'sındaki tüm genlerin haritasını çıkararak sağlık ve hastalık anlayışımızı tamamen değiştirdi. Genomun sırları açığa çıktıkça kanser, diyabet ve kalp hastalığı gibi hastalıklarda oynadığı roller çözülmeye başladı. Her bireyin genetik yapısına göre kişiselleştirilmiş tedaviler vaat edilmeye başladı. CRISPR/Cas9 gen düzenleme teknolojisinin başarılı klinik uygulamaları, zayıflatıcı genetik bozuklukların tedavisi için umut ışığı oldu. 

Uzaktan iletişim artarken yapay zeka ve tele tıp, uzak mesafeler ve hatta kıtalar arası hasta ve doktorları bir araya getirmeyi sağladı; tüm coğrafi engeller ortadan kalktı. Giyilebilir cihazlar, insanların hareket halindeyken yaşamsal belirtilerini izlemelerine olanak tanıdı ve kendi sağlıklarının proaktif olarak sorumluluğunu üstlenmelerini sağladı. 

Covid-19 

Tüm bu gelişmeler yaşanırken ortaya çıkan COVID-19 salgını yüzyıla damgasını vurdu. Bu büyük küresel sağlık krizi doğayı yok eden ve yeniden şekillendiren bir fırtına gibi hayatımıza girdi. Köklü sağlık sistemlerini test etmemizi sağladı. Çok da güvende olmadığımızı ortaya çıkardı. Aşıların hızlı gelişimi ve dağıtımı, insanın yaratıcılığını ve iş birliğini sergilerken karantina ve sosyal izolasyon ruh sağlığına ilişkin anlayışımızı değiştirdi. Hastalıklara ilişkin doğrulanmamış iddialar, sosyal medya aracılığıyla kontrol edilemeyen bir yangın gibi yayıldığında yanlış bilginin potansiyel tehlikeleri ortaya çıktı. Patojenlerle savaşmak kadar önemli başka cepheler de olduğunu hatırlattı; cehalet ve sağlık hizmetlerine erişimde eşitsizlik.

Geriye dönüp baktığımızda sülüklerin tedavi yöntemi olarak kabul edildiği günlerden bu yana ne kadar yol kat ettiğimizi görmek heyecan verici. Günümüz tıbbındaki gelişmeler, yalnızca insan sağlığına ilişkin bilgimizi genişletmekle kalmıyor; aynı zamanda özerklik, özgürleşme ve kişinin kaderi üzerinde kontrol sahibi olma konusunda derin bir arzuyu da körüklüyor. Kişiselleştirilmiş tıp, bir zamanlar kendilerini hastalıklarının tuzağına düşmüş hisseden hastalara yeni kapılar açarken bireysel farklılıkların moleküler düzeyde anlaşılması daha etkili tedavilere ulaşılmasını sağlıyor.  Teknoloji keşfedilmemiş bölgelere doğru ilerledikçe, her geçen gün kaydedilen inanılmaz ilerlemeye hayret etmeye devam ediyoruz. 

Uzm.Dr. Tutku Taşkınoğlu

 

Görüşlerinizi Paylaşın