X
Kelime:
Kategori:
Tarih:
RadDatePicker
Open the calendar popup.
ile
RadDatePicker
Open the calendar popup.
 

MUSTAFA KEMAL VE CUMHURİYET DÜŞÜNCESİ

MUSTAFA KEMAL VE CUMHURİYET DÜŞÜNCESİ

 

Mustafa Kemal, birikim, deneyim, bilinç ve özlemlerle bağımsızlaşma ve  çağdaşlaşma eylemine girişerek, İleriyi ve gerçeği gören, hem eylemi, hem de ülküleri olan, yarattığı devrimi en iyi anlayan ve anlatan, en iyi yorumlayan ve  devrimin en iyi düşünürü bizzat kendisi olan, asrımıza imza atan dahi bir liderdir.

Birleşik Krallık Başbakanı David Lloyd George’un  dediği gibi ;

“Yüzyıllar nadir olarak dâhi yetiştirir. Şu talihsizliğimize bakın ki 20. yüzyılın dâhisi Türklere nasip oldu ve kader onu bizim karşımıza çıkardı.”

O, bağımsızlık hareketini zaferle neticelendirdikten sonra,  çağdaşlaşma hareketini de başlatarak kısa sürede hedeflerine ulaşmayı bilen bir  liderdir. Bu kadar kısa bir sürede başarıya ulaşmasında, onun inkılaba ilişkin düşünce ve ideallerinin,  çok daha öncelerinde kendisinde belirginleşmiş olması ve buna göre tasarlaması yatmaktadır.

1920 ‘li yıllarda. M. Kemal Atatürk'ün önemli bir demecini hatırlatmak istiyorum. Çünkü bu demeçte, cumhuriyetimizin içeriği ve kuvveti açıkça ve Cumhuriyeti'ni ilanından 3 yıl kadar önce beyan edilmektedir.

 "Cumhuriyet akıl ve şuurla kurulmuştur. Zayıf değildir. Yüzyıllardan beri çekilen milli musibetlerin uyanıklığı ve bu aziz vatanın her köşesini sulayan kanların bedelidir. Türk milletinin tabiat ve ününe en uygun idaredir".

Bu görüşler, 1920’li yıllar için hakikaten çağdaş ve mantıklı saptamalardır. 

Mustafa Kemal’de İnkılâp Düşüncesi,  Osmanlı devletinin içinde bulunduğu siyasi, idari , iktisadi , askeri ve eğitim ile diğer toplumsal sorunlarına çare bulma düşüncelerinden doğmuştur. Çağın yenilikçi değişim hareketleri ve bunların uzantısı düşünce akımlarının etkisi büyüktür. Tüm yaşadıkları, onun olaylara geniş ve çok yönlü bakması yeteneğini geliştirmiştir.

Peki Mustafa Kemal’i bu tür düşünce ve ideallere iten etkenler nelerdir;

Mustafa Kemal’de inkılâp fikri, çocukluk ve gençlik yıllarında   belirginleşmektedir. Şüphesiz ki   kişinin gelişme ve olgunlaşmasında, yaşadığı çevre, karşılaştığı kişiler, olaylar ile fikirler önemli etkenlerdir. Mustafa Kemal’in de yaşadığı coğrafya ve çağ, içinde bulunduğu sosyal çevre, kişiler, okuduğu kitaplar ve okullar, daima onu düşünmeye ve bir şeyler yapmaya sevk etmiştir.

Yukarıda da belirttiğim üzere kişilerin yetişmesinde şehirlerin önemi büyüktür. Mustafa’nın yetişmesinde ve batılı fikirlerle ilk tanışmasında, doğup büyüdüğü şehir Selanik’in önemli etkisi vardır. Mustafa’nın  idadiye kadar eğitim ve öğretimini geçirdiği Makedonya’nın en büyük şehirlerinden ve en önemli limanlarından biri olan Selanik, Osmanlı devletinin Avrupa’ya açılan kapısıdır. Türk basın hayatının oldukça canlı olduğu Selanik, bu dönemde bütün fikirlerin serbestçe tartışılabildiği kozmopolit bir şehirdi. Çocukluğundan itibaren inkılâp fikirlerini besleyen Selanik, Mustafa’nın yetişmesinde  büyük etkiye sahiptir. 

Mustafa’nın yetişmesinde ailesinin de büyük etkisi olmuştur. Mustafa’nın  babası Ali Rıza Efendi, batı fikirlerine açık, çağdaş düşünceye sahip bir insandı. Annesi Zübeyde Hanım ise eşine göre geleneksel düşünceye sahip bir kişiydi. Mustafa Kemal’in annesi ve babasının farklı anlayışlara sahip olması, onun yetişme hayatının şekillenmesinde önemli rol oynamıştır. Bu farklılık, Mustafa’nın ilkokula başlamasında kendini hissettirmiş, babası daha modern bir eğitim veren okula göndermeyi arzu etmişken, annesi geleneksel eğitim veren bir okula yollamayı  istemiştir. Neticede annesinin dediği olmuş ve 1887’de Hoca Kasımpaşa Semtindeki Fatma Molla Kadın Okuluna gönderilmiştir 

Mustafa, mahalle mektebine isteyerek gitmemişti. Bu düşüncesini ileride “benim fikrimi soran olmadı” şeklinde ifade etmiştir. Daha sonra burada yaşadığı olumsuz bir hadiseden sonra babası Ali Rıza Efendi, onu bu mektepten alarak zamanının modern eğitim veren okulu olan Şemsi Efendi Mektebi’ne kaydettirmiştir.

Peki bu olumsuz olay nedir?

Mustafa’nın Fatma Molla Kadın Mektebi’nde yaşadığı  olayı Enver Behnan Şapolyo, kaynak göstermeden şu şekilde bahsetmektedir; 

“Hafız Emin Efendi bütün çocukları yere oturtarak dizlerinde yazı yazdırıyordu. Mustafa buna bir türlü tahammül edemiyordu. Bir gün birdenbire ayağa kalktı. Hocası Çopur Emin Efendi: –Niçin oturmuyorsun? –Dizlerim Ağrıyor! –Sana otur diyorum deyince… küçük Mustafa’nın yüzü kıpkırmızı olarak: –Oturmayacağım diye bağırdı. Hocasının: –Bana isyan mı ediyorsun? Demesi üzerine Mustafa : –Evet isyan ediyorum. Der demez, bütün çocuklar da hep bir ağızdan, –Biz de isyan ediyoruz diye bağırırlar.

Şemsi Efendi Mektebi’,  1873 tarihinde Selanik’teki Türklerin açmış oldukları ilk özel okuldur. Çağdaş nesiller yetiştirmeyi ilke edinen okul, eğitim öğretimde usul-i tedrisat yöntemini kullanmaktaydı. Bu okul, Mustafa’nın öğrenim hayatının, kişiliğinin ve düşüncelerinin oluşmasında büyük rol oynamıştır. 

Mustafa, Şemsi Efendi Mektebi’nin orta kısmının ikinci sınıfına gittiği esnada, 28 Kasım 1893 tarihinde babasını kaybeder. Babasının ölümü Mustafa’nın öğrenim hayatına kısa bir süre ara vermesine neden olur.  Bunun üzerine Zübeyde Hanım, çocuklarını da alarak kardeşinin Langaza’daki çiftliğine giderler. Burada, Mustafa’yı Rum Kilise Okuluna yollamayı düşünmüşlerse de, o bunu kabul etmemiştir. Mustafa’nın Rum Kilise Okuluna gönderilme teklifini daha o yaşlarda reddetmesi oldukça dikkat çekicidir. Daha 12 yaşında babasını kaybederek yetim kalması psikolojik açıdan, kendi geleceği hakkında yine kendisinin bağımsız, özgürce karar vermesinde etkili olmuştur. Bu durum bilim adamlarınca da kabul görmektedir. “Yetim çocuklarda gelişen güçlenme içgüdüsü çoğu kez onları amaçlarına ulaştırmaktadır” diyen İsviçreli bilim adamı Dr. Pierre Retchnick; yetim kalışının kişiliği üzerindeki psikolojik etkisi üzerinde şu tespitlere yer vermiştir; “Bu konuda en güzel örnek çocuk yaşta babasını yitiren Mustafa Kemal Atatürk’tür. Kendini ülkenin yararlarına adayan Atatürk’ün bu çapta bir kişi olmasının en büyük etkenlerinden biri, babasının o küçük yaştayken ölmesidir” demektedir.

Mustafa’nın kişiliğinin şekillenmesinde dayısının çiftliğinde geçirdiği beş aylık dönem önemlidir. Atatürk’te yaratıcılık, ağaç ve hayvan sevgisinin gelişiminde çocukken yaşadığı bu yaratıcı çevrenin etkisi büyük olmuştur. Doğayı gözlemlemek, insana geniş bir bakış açısı kazandırır.  Mustafa’nın askerlikteki başarısında, savaşlardaki taktik üretmesinde ve savaş alanını iyi tahlil etmesinde bu özellik çok yararlı olmuştur.

Yaklaşık beş ay süren bir çiftlik hayatından sonra Selanik’teki halasının yanına gönderilen Mustafa, Mülkiye Rüştiyesi ’ne başlar. Burada “Kaymak Hafız” olarak bilinen matematik öğretmeni Hüseyin Efendi’nin Mustafa’ya vurması üzerine, bunu gururuna yediremeyen büyük annesi Ayşe Hanım, onu Mülkiye Rüştiyesinden alır. Büyük annesinin Mustafa’yı bu okuldan alma kararı, onun geleceğinin şekillenmesi açısından verilmiş mühim bir hadise olarak değerlendirilmelidir. 

Mustafa, daha çocuk yaşlarda iken asker olmayı hedeflemişti. Ancak ailesi onun asker olmasını istemiyordu.  Balkanlarda çetecilik faaliyetleri neticesinde Türklere karşı yapılan tecavüzkâr hareketler, onda milliyetçi duyguların yer etmesine yol açmıştır. Onun askerliğe karşı hevesinin artmasında, üniformalı olarak Askerî Rüştiye’ye giden komşularından Kadri Bey’in oğlu Ahmet ve sokaklarında gördüğü üniformalı subaylar da etkili olmuştur. 

Mustafa Kemal’in annesi onun asker olmasını istemiyordu. Annesinin karşı çıkacağını bildiğinden dolayı annesine haber vermeden Selanik Askeri Rüştiyesinin sınavlarına girmiş ve başarılı olmuştur Mustafa Kemal kendisine sorulmadan anne, baba ve akrabalarının isteklerine göre yönlendirildiği eğitim hayatında bu kez kimseyi dinlememiş, bizzat kendisinin kararıyla öteden beri hayalini kurduğu askerlik mesleğine ulaşmak gayesiyle ilk önce Selanik Askerî Rüştiyesi ’ne girmiştir. 

Kendi isteğiyle kaydolduğu Selanik Askeri Rüştiyesi, Mustafa’nın meslekî hayatına olduğu kadar, fikrî hayatına da önemli katkı sağlamıştır. Bu okul, disiplinli ve çok iyi bir eğitim öğretim vermekteydi. Okulun öğretmenleri de aydın fikirli ve çağını iyi kavramış öğretmenlerden oluşmaktaydı .Aynı zamanda Türkçe eğitime ve yabancı dile de büyük önem veren bu okul dersleri ihtisas esasına göre okutan ve çoğunluğunu subayların oluşturduğu bir öğretim ve yönetim kadrosuna sahipti. 

Mustafa , Selanik Askerî Rüştiyesi’nde okuduğu sıralarda zekiliği ve çalışkanlığıyla komutanlarının dikkatini çekmiştir. Mustafa, Rüştiyede, matematik dersine özel alaka göstermiş, bu dersin öğretmeni Yüzbaşı Mustafa Sabri Bey, onun yetenek, yaratıcılık ve olgunluğunu tespit ederek, ona ‘Kemal’ adını vermiştir. Böylece, onun, kendisinden ve arkadaşlarından farklılığını tespit etmiş ve onun daha iyiye ve büyük hedeflere yönelmesini teşvik etmeyi sağlamaya çalışmıştır. Artık onun adı MUSTAFA KEMAL'dir.

Mustafa, Selanik Askeri Rüştiyesini on beş yaşında 1895 yılı sonu ya da 1896 yılının Ocak ayında dördüncü olarak bitirir. Okulu bitirdikten sonra İstanbul Kuleli Askerî Lisesi’ne gitmek istemiştir. Ancak rüştiyeye mümeyyiz olarak gelen Hasan Bey, onu bu düşüncesinden vazgeçirerek, Manastır Askerî İdadisi ’ne gitmesini sağlamıştır. 

Manastır Askerî İdadisi’ne gitmekle, hem ailesinden hem de doğup büyüdüğü şehir Selanik’ten uzak kalmıştır. Hocasının tavsiyesine uyarak Manastır Askeri İdadisi’ne giden Mustafa Kemal, burada kendini her alanda yetiştirme imkânı bulmuştur. Ders saatleri dışında  siyasî, sosyal, idarî ve iktisadî sahada araştırmalar yapmış ve  çevresindekilerle memleket meselelerini tartışmıştır. Bu ona, kendi fikir ve ideallerini açıklama ve ileri sürme cesaretini kazandırmıştır.

Mustafa Kemal’i etkileyen öğretmenlerinden birisi de tarih öğretmeni Mustafa Tevfik Bey’dir. Onun tesiriyle Fransız Devrimi’nin temel ilkelerinden biri olan “hürriyet” kavramı ile tanışmış Mustafa Kemal’e yeni bir ufuk açmıştır . Mustafa Kemal’de derin tarih bilgisi ve bilincinin oluşmasında, Tevfik Bey’in önemi büyüktür. Onun tarih sevgisi ve tarih bilinci, Türk inkılâbının temel vasıflarından birini oluşturmuştur. 

Din, felsefe, tarih, siyaset, sosyoloji alanlarına daha çok ilgi duyan Mustafa Kemal, toplumsal ve devrimci görüşlerinin oluşmasında büyük tesiri görülen Şehbenderzade Filibeli Ahmet Hilmi’nin “Allah’ı İnkar Mümkün mü?” isimli eserini okuduktan sonra kitap hakkında ki düşüncelerinden şu şekilde bahsetmiştir;

“Allah’ı inkar mümkün mü? Yapıtını bitirdim. Bütün filozofların, değişik dinlere bağlı olan doğalcılar, usçular, özdekçiler, bilginler, düşünürler, gizemciler, hepsi ruhun var olup olmadığını, ruhun ve cismin bir veya ayrı olup olmadığını, ruhun kalıcı olup olmadığını inceliyor. Bu incelemelerde bilim ve tekniğe dayananlar kabul edilebilir. İmam Gazali, İbn Rüşd gibi Müslüman imamların sözleri de genel anlayıştan tümüyle farklıdır; yalnız anlatımlarında çok simge var. Dindar düşünürler, kuramları, bilimleri, teknikleri ve felsefeyi şeriatın sözlerini yorumlamak için evirip çevirmeye çaba göstermişler

Mustafa Kemal’in Manastır Askerî İdadisinde okuduğu dönem, Abdülhamit yönetiminin sansür yasağının olduğu bir dönemdi. Buna rağmen yasak yayınlar bütün Balkanlarda özellikle Manastır ve Selanik’te gizliden gizliye okunuyordu. ‘istibdat’ idaresinin yasak ettiği inkılâpçı edebiyat, Mustafa Kemal’in ilgi odağı halindedir.

Mustafa Kemal, Osmanlı aydınlarının taşıdığı ve geliştirdiği batı fikirlerinden de etkilenmiştir. Özellikle Türk inkılâbında akılcılık, rasyonalizm ve pozitivizmin izlerini görmemiz bunun delilidir. Fransız Devrimi ile birlikte ortaya çıkan düşünce akımlarından özellikle ulusal egemenlik, milliyetçilik, laiklik gibi ilkelerden de etkilenmiştir. Ancak onun inkılâp fikri tamamen çağdaş ve Türk milletinin karakterine özgü yeni bir olgudur. Örneğin Fransa’dan esinlenilen demokrasi kavramını aynen tatbik etmemiş, Türk milletinin karakteriyle bağdaştırmıştır. 

Fransız Devrimi’nin dünyayı nasıl ve ne şekilde etkilediğini görmüş olan Mustafa Kemal, devrimin getirdiği fikirleri çok iyi incelemiş, faydasına inandığı fikirlerden de ayrılmamıştır. Daima halkın egemenliğinden yana olmuş, millet düşüncesini her şeyin üstünde tutmuş, “milli devlet” ideali ile yaşamıştır.

Mustafa Kemal, batılılaşmada batıcı aydınların fikir ve düşüncelerinden istifade etmiş ancak onların batıcı fikirlerini aynen tatbik etmemiş, kendine has, Türk milletine özgü bir batılılaşmadan yana olmuştur;

Mustafa Kemal’in fikirlerinin gelişmesinde Meşrutiyet döneminin fikri birikiminin büyük rolü olmuştur. Mustafa Kemal, Meşrutiyet döneminde İttihat ve Terakki’nin siyasî, sosyal ve kültürel politikalarını çok iyi etüt etmiş, hayalciliğin ve her türlü hayal perestliğin bir memleketi ve milleti nasıl felakete sürüklediğini görmüş, bu da onu gerçekçi bir lider konumuna  getirmiştir.

Manastır Askerî Rüştiyesinde Mustafa Kemal, farklı fikir ve ideallerde öğrencilerle karşılaşmış ve gerek öğretmenlerinden gerekse okul arkadaşlarından yararlı fikirler edinmiştir. Mustafa Kemal, faydasına inandığı her fikre açık olmuş, hiçbir fikre ön yargılı olmamıştır. Bu nedenle okul yıllarında her fikir ve idealden birçok arkadaşı olmuştur. Onlarla yaptığı sohbetlerde fikir alışverişinde bulunmuştur.

Mustafa Kemal 1898 yılının Aralık ayında Manastır Askerî İdadisindeki öğrenimini başarıyla tamamladıktan sonra  İstanbul Pangaltı’daki Harbiye Mektebi’ne kaydolmuştur . Mustafa Kemal’in Harbiye’deki arkadaşları öncelikle Manastır İdadisinden gelenlerdi. O, Akademide kültürel çalışmalara çok önem veriyordu . Bu çalışmaları onun fikirlerinin olgunlaşmasında çok mühim rol oynamıştır..

Harbiye Mektebi, Mustafa Kemal’in meslekî eğitiminde olduğu kadar sosyal, siyasî, idarî, fikrî ve iktisadî meselelerde de kendisini yetiştirme imkânı bulmasını sağlamıştır. Burada sonradan İttihat ve Terakki’nin hatibi olacak olan ve genç yaşta Birinci Dünya Harbi sırasında hayatını kaybeden ve Bursa İdadisinden kovularak Manastır İdadisi ’ne yollanan Ömer Naci, edebiyat ve şiir hususunda Mustafa Kemal’i en çok etkileyen arkadaşlarından biriydi. Ömer Naci, Mustafa Kemal’in hatıralarında özel yer verdiği kişiler arasındadır. Mustafa Kemal’e şiiri ve edebiyatı sevdiren Tevfik Fikret’i, Mehmet Emin’i tanıtan Ömer Naci olmuştur. Ömer Naci’nin, Mustafa Kemal’in fikri alt yapısının oluşmasında diğer faktörlerle birlikte önemli bir rol oynadığı da kesindir.

Mustafa Kemal’in yakın çevresindeki arkadaşlarına 1902’de Harp Akademisi’nin birinci sınıfında iken, batılı anlamda bir idareden bahsettiğini Ali Fuat (Cebesoy) nakleder . İstibdat idaresinin olduğu bir dönemde Mustafa Kemal, Öğrencilik yıllarında çeşitli yerlere gider ve oralarda fikirlerini rahatça ve korkmadan açıklar etrafındakilerle paylaşırdı.

Bir gün Harbiye’de iken Ali Fuat (Cebesoy)’un babası İsmail Fazıl Paşa’nın Kuzguncuk’taki köşkünde misafir edilir. O gece orada kalır ve ertesi gün (27 Haziran Cuma) köşke gelen eski Berlin Elçisi ve Bayındırlık Bakanı Osman Nizami Paşa ile tanışır. O sırada Harp Akademisi’nin birinci sınıfında bulunan Mustafa Kemal, Osman Nizami Paşa ile Osmanlı devletinin geleceği üzerinde konuşurken, ilk defa inkılâp düşüncesinden bahsederek, yeni bir idarî teşekkülün zarureti üzerinde durmuştur. Osman Nizami Paşa’nın; “İstibdat idaresi bir gün elbette yıkılacaktır. Fakat onun yerine batılı manada bir idare gelip de memleketi her bakımdan acaba kalkındırabilecek midir? Ben buna inanmıyorum” demesi üzerine Mustafa Kemal;

“Paşa Hazretleri, batılı manadaki idareler de zamanla gelişmişlerdir. Bugün uyur gibi görünen milletimizin çok kabiliyetli cevherleri vardır. Fakat bir inkılâbın meydana gelmesinde bugün iş başında olanlar, yerlerini muhafaza etmeye kalkarlarsa, o vakit buyurduğunuzu kabul etmek gerekir. Yeni nesiller içerisinde her konuda güvenilir insanlar çıkacaktır” der.

Bunun üzerine Osman Nizami Paşa;

“Mustafa Kemal Efendi oğlum, sen, bizler gibi yalnız erkân-ı harp zabiti olarak normal bir hayata atılamayacaksın. Keskin zekân ve yüksek kabiliyetin memleketin geleceği üzerinde müessir olacaktır. Bu sözlerimi bir kompliman olarak alma. Sende, memleketin başına gelen büyük adamların daha gençliklerinde gösterdikleri müstesna kabiliyet ve zekâ emareleri görmekteyim. İnşallah yanılmamış olurum” 

diyerek Mustafa Kemal’den övgüyle söz eder. Mustafa Kemal’in konakta Nizami Paşa’ya batılı manada bir idareden bahsetmesi, saltanatın da ötesinde bir idarenin varlığını düşündüğünü ortaya koymaktadır 

Ali Fuat Cebesoy’un anlatımıyla Mustafa Kemal, 1905’te topçu stajı için Şam’a gitmeden önce Beyrut’ta yakın çevresine “Dava yıkılmak üzere olan imparatorluktan, önce bir Türk devleti çıkarmaktır” der. Mustafa Kemal, yeni bir davanın, bir Türk devleti davasının varlığını daha 1905 yıllarında ortaya koymuştur. Mustafa Kemal’in bu düşüncesi, onun inkılâp, değişim, fikir ve idealine çok önceden sahip olduğunun bir göstergesidir.

Bu hususu Mazhar Müfid Kansu yıllar sonra anılarında şu şekilde belirtir; 

“Ya culûs-u hümayun veya velâdet-i hümayun ( padişahın taht töreni veya doğum günü” şenlikleri yapılıyordu. Mustafa Kemal en yakın arkadaşı Halil  ile beraber donanmayı seyretmeye çıkmıştık. Birden kolumu tutarak 

“ bir adam için böyle donanma yapmak budalalık değil mi?” Zaten mimli olduğumuz için gayr-i ihtiyarî etrafıma baktım. O hiç aldırmadan devam etti:”–Bir millet kendi kurtuluşu için şenlik yapabilir. Nihayet kendisine pek büyük hizmetler etmiş olan bir adam için de şenlik yapabilir diyelim. Fakat hanedan-ı Âli Osmân içinde kazara bazıları bu memlekete hizmet etti diye onun nesline neden donanma yapılsın. Padişah dünyaya gelmekle memlekete hayırlar mı geldi?” Ben, bu kadar sıkı altında etrafımızda zaptiyeler dolaşırken, bu kadar cesur konuşmaktan ürkmüştüm. Fakat Mustafa Kemal devam etti:”– Padişah da kim oluyormuş. Padişahlık ne demekmiş.” 

“–Peki memleketi nasıl idare edeceğiz? Diye sorarak devam ettim. Sultan Hamid fenadır seninle beraberim. Ama o giderse gene padişah lâzım” diyecek oldum, fena hâlde kızdı:”–Neden mutlaka padişah fikrine saplanıyorsun, diye bağırdı. Cumhuriyet yaparız”. Ben hemen elimi ağzına kapadım”

Mustafa Kemal Selanik’te bir şubesini açtığı Vatan ve Hürriyet Cemiyeti’nde yakın arkadaşlarıyla hal-i hazıra dair yaptıkları konuşmalardan birinde; “İstibdada karşı bir ihtilâlle cevap vermek, köhnemiş çürük idareyi yıkmak ve milleti hâkim kılmak” ifadesini kullanmıştır. Bu ifade onun öteden beri millet hâkimiyetine dayalı bir devlet tesis etmek gereğini düşündüğünü ortaya koymaktadır

Mustafa Kemal’in ileri görüşlü kişiliğe sahip olması birtakım siyasî gelişmelerin nasıl ve ne şekilde gelişebileceğini önceden sezdirtmiştir. İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin bir siyasî parti haline gelerek, hükümeti, meşrutiyetin ilanından sonra ele alması gerektiğini, hatta Cemiyetin bu görev için programını hazırlamış olmasını, aksi takdirde İkinci Meşrutiyet’in de Birinci Meşrutiyet gibi akıbete uğrayabileceğini, İkinci Meşrutiyet’in ilanı esnasında ifade etmiştir. İkinci Meşrutiyet’te eksik kalan Türk inkılabının tamamlanacağını kurmay yüzbaşı iken söyleyen Mustafa Kemal, hayatı boyunca bu inkılâpları tamamlamayı ilke edinmiştir .

Mustafa Kemal, inkılâplara yürekten inanan bir dava adamı idi. 31 Mart Olayından sonra, 1908’de Selanik’te, Beyazkule karşısındaki askerî kulüpte verilen bir konferansın ardından, Nuri (Conker), Fethi (Okyar), Kazım (Özalp) ve güvendiği diğer arkadaşlarına inkılâbı tamamlamalarını ve bunu gerçekleştirmeye muktedir olduklarını ve kendisinin de bunu yapacağını ifade ettikten sonra, yapmayı tasarladığı inkılâpları yanında bulunanlara anlatır. Ancak Mustafa Kemal’in daha o tarihlerde gelecek ile ilgili düşüncelerini etrafındakiler bir hayal olarak görmekte idiler. 

1908 yılında bir kış gecesi. Selanik’te, Beyazkule karşısında, askeri kulüpteki konferansta neler oldu.

 

Bu kulüp yeni açılmıştır ve kulüpte askeri konferanslar yeni yeni verilmeye başlanmıştır. Bu tarihten evvel ne kulüp açılabilirdi, ne de konferans vermek mümkün idi. Niçin? Çünkü, memlekette hürriyet yoktu. Hürriyet ancak o sene içinde alınmış gibi idi. Gibi idi diyorum; zira o ülküye hakikaten kavuşulmuş mu idi? İşte bazı dimağları yoran bir istifham işareti ki önünde durmadan geçiyoruz.

Konferansçı, tabur komutanlarından, Binbaşı Cemil Bey’dir. Kürsüye çıktığı zaman, beraberinde getirdiği birtakım aletleri, dinleyicilerin onları iyi görebilecekleri şekilde yerleştirdi. Bunlar atış öğrenmeye yeni başlayanların kullanacakları basit aletler idi.

Komutan söze başlayarak,  bu basit atış aletlerinden bahseder ve bu tarihe kadar Osmanlı ordusunda ateşli tüfek kullanmak ve bunları kullanacakları yetiştirmenin yasak olduğunu, kendisinin  Harp mektebinden çıkmış bir zabit olarak eline tüfek verilen tüfekle  fişeksiz, hatta fişeği ateşleyecek olan mekanizması çıkarılmış bir tüfek ile eğitim verdiklerini, sınırlarımızı koruma ödevi yüklenen tecrübesiz askerlerimizin ceplerine beş on fişek verilerek cepheye sürüldüğünden bahseder. “Şimdi ise artık memlekette hürriyet ilan edildiğini  Türkiye’yi koruyacak olan Türk ordusunun atalarımız gibi , atışı iyi öğrenmesini güzel silah kullanmaları gerektiğini belirtir. 

Daha sonra konferansçı sözlerine şu suretle devam eder.
– “Yüksek kumandanlarım, muhterem arkadaşlarım … Size şimdi pek memnun olacağınız tarihi bir hakikati bildireceğim. 1907 yılındayız. Bu tarihte Osmanlı padişahı Abdülhamid, Osmanlı ordusunda atış talimleri yapılmasına müsaade buyurmuştur. O tarihte bütün dünyada, bütün ordularda atış talimleri için, birbirini tamamlayan nice nice eserler yazılmıştı. Ne yazık ki bu atış işinin kahramanları olan Türklerin kendi eserleri kendilerine intikal etmemiş gibi görünüyordu. Abdülhamid’in iradesinden sonra, imparatorluğun her askerlik sahasında bu iradeyi tatbik için başvurulacak eserler aranıyordu.

 

Suriye, Merkezi Şam olan beşinci Türk ordusunun mıntıkasıdır. Bu, büyük bir Türk ordusudur. Bir gün, işte bu işaret ettiğimiz tarihe tesadüf eden günlerden bir gün, Şam’ da ordu erkanı harbiyesinin talim ve terbiye şubesinde ortaya bir mesele konmuştur.”

Konferansçı Cemil Bey, bir Kurmay (erkânıharp) arkadaşının kendisine anlatmış olduğu bu meseleye ait mevzuu, dinleyenlere şu suretle izah etti :

“Ordu talim ve terbiye şubesi reisi, Şamlı Miralay Şeref Bey zabit ve kurmayları toplayarak ordularda atış işinin bir tüzüğe bağlanacağını ve bu talimatın hazırlanmasını emreder.’

Bu talimatı yapma görevi Kurmay Yüzbaşısı Mustafa Kemal’e verilir..

O, bu vazifeyi nasıl yaptı? Şam kütüphane ve müzelerinde yığılı birçok Türk eserleri vardı. İşte bu kütüphanelerin içine girdi; günlerce aradı, araştırdı ve nihayet aradığını buldu. Türkler çok zaman evvel atış üzerine. eserler yazmışlar ve bu eserleri dünyaya hediye etmişlerdi. O, hazineye kavuşmuştu. Fakat, yalnız arkadaşlarına değil, bütün Türk dünyasına imparatorluk içinde düşünülen ve konuşulan meselenin ilkel anahtarını bulduğunu izahlı bir tarzda bildirmek istiyordu. Çünkü bu buluş onun askerlik hayatında ummadığı bir saadet idi.

O, ne bulmuştu?  Yazılış tarihi itibariyle yüzler ve yüzlerce sene evveline götürebileceğimiz bir Türk eseri.. Avrupalılar bunlardan yüksek derecede istifade etmişler ve son silah tekamül ve inkişaflarına göre bu esası tevsik eylemişlerdir; buna itiraz edecek değiliz. Yalnız burada ısrar ile üzerinde durulacak nokta şudur. Osmanlı İmparatorluğunun son yıllarında Sultan Hamid’in irade ve müsaadesiyle atış için bir eser, isterseniz buna eser demeyelim de talim diyelim, işte bu talimatı yazan, eserini vücude getirirken, garplı kaynakların hiçbirine başvurmamış, bütün ilhamını Şam kütüphanelerinde bulduğu eski bir Türk eserinden almıştır. Onun bulup bir program haline koyduğu eser makbule geçti, ve bugün bize kadar gelmiş bulunuyor. İşte benim size şimdi söylediğim şeyler onun görüşüne ve dünyanın eski Türk buluşları önünde, adım uyduruşuna bir başlangıçtan başka bir şey değildir.”

Konferansçı sözünü bitirdikten sonra, herkes birer birer dağılmaya başladı. Çok geçmeden konferans salonu boşalmıştı. Yalnız üç beş asker, kulübün lokantasında oturuyorlar, ve konuşuyorlardı. Bu askerlerden biri de Mustafa Kemal idi, ötekiler Kazım bey (Özalp), diğeri Nuri Bey (Conker), Fethi Bey ( Okyar)… Ve daha bazı kıymetli asker arkadaşları …

Mustafa Kemal, arkadaşı Binbaşı Cemil Bey’ in konferansından memnundur, onun sözlerinden çok duygulanmıştır, yeni ilham almış gibidir. Bir aralık arkadaşlarına şu sözleri söylüyor:
– “İnkılâbı ikmal etmek lazımdır. Biz bunu yapabiliriz. Ben bunu yapacağım. O zaman için düşündüklerimi size kısaca anlatayım: Bugünkü, Osmanlı İmparatorluğu’nun yüksek sayılan kumandanları benim için yoktur. Ordu kumanda sicilleri için, ben son (sınır limit) olarak binbaşıyı kabul ediyorum. Geleceğin büyük kumandanları bunlar olmak gerektir. Sicil defterlerinin binbaşıya kadar olanlarını muhafaza edeceğim, üst tarafını yaktıracağım”.

Arkadaşlarından biri, bu söz üzerine, buna itiraz ediyor ve bu büyük tasfiye işinin nasıl yapılabileceğini anlamak istiyor. Mustafa Kemal’in cevabı şudur :
– Evet binbaşıdan yüksek olanlar aybaşında, benim teşkil edeceğim bürolara gelip maaşlarını istedikleri zaman, büro şefleri defterleri dikkatle tetkik ettikten sonra: “Efendim defterde sizin isminiz yoktur, sizi tanımıyoruz” diyeceklerdir.

Mustafa Kemal’in arkadaşlarından biri soruyor :
– Bundan. sonrası ne olacak?.

Mustafa Kemal, tereddüt etmeden, şu cevabı vermiştir :
– Bundan sonra ne olacağını, yapacağımız inkılap gösterecektir” ve sözlerine devam ederek daha kati ifade ile
– Evet inkılâp yapacağız. Bugüne kadar yapılan inkılap, kafi sayılmaz. Fazlasını yapacağız. Memleketi bin bir akılsızın eline ve keyfine bırakamam. Bu çok adamların yerine, birkaç kafa ile iktifa edebilirim: Mesela Kazım (Özalp) Köprülü’yü Harbiye nâzırı yapacağım. Nuri (Conker)yi Kumandan ve idare şefi yaparım. Fethi (Okyar)ı yeni inkılapçı Türkiye’nin mümessili sıfatıyla Avrupa’ya gönderirim …

Sofrada hazır bulunan, öteki arkadaşları derhal soruyorlar:
– Ya bizleri efendim?

Mustafa Kemal şu cevabı veriyor :
– Sizler de göstereceğiniz, değer ve faaliyet nispetinde birer vazife alırsınız.

Sofradaki arkadaşlarından, biri (Nuri Conker) Mustafa Kemal’in istikbali kucaklayan bu sözlerine, ahenkli bir kahkaha ile gülüyordu.

Mustafa Kemal, kahkahasını bir türlü yenemeyen bu arkadaşının sükûnet bulmasına intizar ettikten sonra ona sordu:
– Niçin gülüyorsun?

Gülen arkadaşı cevaben:
– Seni düşünüyordum da, onun için … bütün bu işler içinde sen ne olacaksın?

Mustafa Kemal, bu suale sarih cevap vermeden, yalnız şu umumi cümle ile mukabele etmiştir :
– Ben mi? Ben de sizleri o makamlara koyabilen olacağım.”

 

Mustafa Kemal Sofya’ya ateşemiliter olarak görevlendirildiği sırada, İstanbul’da, “Türkiye için en uygun idare şekli cumhuriyettir” diyerek,  hedefini bir kez daha belirtmekten kaçınmamıştır.

Şükrü Tezer, Mustafa Kemal’in Birinci Dünya Harbi esnasında, devlet rejimi değişikliği üzerine Topal İsmail Paşa ile yaptığı görüşmede ileride cumhuriyetin teşekkül edileceğini, fakat şartların o an için elverişli olmadığını ifade etmiştir

Mustafa Kemal, Ali Fuat Paşa ile birlikte Mondros Mütarekesi akabinde İstanbul’a geldikleri vakit ülkenin genel durumu hakkında bir değerlendirme de bulunur. Ali Fuat Paşa’ya 1907’de Meşrutiyet’ten evvel Selanik’te İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin gizli umumî merkezinde kendisinin Misak-ı Millî’ye dair düşüncelerini izah ederken bu düşüncesini kaale almayanların, şimdiki felaketi gördüklerinde Misak-ı Millînin bir mesele olarak telakkisinin zaruriyetine artık kani olduklarını söyler. Fuat Paşa’ya bu sözleri söyledikten sonra, Misak-ı Millînin Türk devletini demokratik bir cumhuriyete götürecek bir temel olduğunu da belirtir.

Mustafa Kemal, inkılâplarındaki teorik ve pratik tatbikin belirleyiciliğinde sürekli değişimin planlı ve programlı bir stratejisinin etkisini, 1918’de Karlsberg’de hasta yatağında yazdığı günlüğünde şu şekilde ifade etmiştir; 

“Tutuculuk mu? Asla sürekli değişim zorunluluğunda olan evrende bir şeyi korumak nasıl olur? Konservatörler o adamlar ki nehrin suyunu ellerinde tutmak isterler. Onların parmaklarında bir parça çamurdan başka şey kalmaz. Tutucu değilim, çünkü eskimiş ve kırılmış bir âlemi muhafaza edemem...

11 Ocak 1905’te Erkan-ı Harbiye Mektebi’ni Erkan-ı Harbiye Yüzbaşısı olarak bitirdiğinde, dönemin yeni siyasî fikirlerine vakıf olmuş olan Mustafa Kemal, Ekim 1905’te Müfit ve Lütfi Beylerle tıbbiyenin son sınıfında iken, hürriyetçi fikirlerinden dolayı okuldan uzaklaştırılıp Şam’a sürgün edilen Mustafa (Cantekin) Bey’in buradaki evinde, hürriyet ve vatan meselesi tartışmaları sırasında, “Vatan ve Hürriyet Cemiyeti'ni teşekkül etmişlerdir.

Münir Hayri Egeli, Mustafa Kemal’in cumhuriyet ve inkılâp düşüncesini 1906’da Suriye’de arkadaşı Halil Bey’le yaptığı bir konuşmada dile getirdiğini yazmaktadır . Mustafa Kemal, Harbiye Mektebi’ni bitirip görev aldığı bu dönemde Şam’da yakın çevresine siyasî fikirlerinden bahsetmiştir. Mustafa Kemal, Suriye’de özellikle millet hakimiyetine dayalı bir devlet kurulması için yakın arkadaşlarından iş birliği istemekte idi. Bu durum onun millet hâkimiyetine dayalı yeni bir devlet ihdas etme düşüncesini fikrî şekilden fiili bir zemine taşıma hareketi içinde olduğunun da göstergesidir. 

Mustafa Kemal, inkılâp fikirlerini, buna bağlı olarak da millet hâkimiyetine dayalı yeni bir rejim kurma düşüncesini, gittiği her yerde yakın arkadaşlarıyla paylaşması, ileride millî hâkimiyete bağlı kurmayı tasarladığı yeni rejime taraftar bulmayı hedeflediğini göstermektedir. Özellikle bir ordu mensubunun saltanat ve hilafet odaklı bir memlekette millî hâkimiyetten söz etmesi çok önemlidir.

Nisan 1906 tarihinde, Selanik’te gizli olarak Vatan ve Hürriyet Cemiyeti’nin ilk şubesini açtığında, orada yakın dostlarıyla vatanı ve memleketi içine düştüğü buhranlardan kurtarmak için yapılması elzem olan şeyler hakkında mütalaalar yapmakta idi. Mustafa Kemal ve arkadaşları hususiyetle, “istibdada” karşı ihtilalci bir harekete taraftardılar. “İstibdat” yönetiminin ancak bir ihtilal ile ortadan kalkabileceğini ifade etmiştir.

“Mustafa Kemal acı ve sert tenkitçi olduğu kadar açık sözlü idi. Daha o zaman, 1907’de, arkadaşlarına şu fikrini söylemekten çekinmemiştir: Köhneleşen ve hayatlılığını kaybeden Osmanlı İmparatorluğu gövdesi üzerine devlet oturtulamaz. Ancak Türk çoğunluğu toprağı üzerine oturtulabilir. Büyük devletlere bir likidasyon yaptırmaktansa, ihtilal idaresi bunu kendi yapmalıdır” 

 

14 Mayıs 1919 ‘da ordu müfettişliği için görevlendirilen Mustafa Kemal’e Harbiye Nazırlığı tarafından 16 Mayıs Cuma günü  Bandırma Vapuru ile  hareket edileceğini bildirilir.

            Ancak yine  hükümet ve üyeleri ile taraftarlar hala Mustafa Kemal Paşaya verilen bu kadar yetkinin doğru bulmadıklarını  deklare etmeye devam ederler.  Son olarak tekrar   ağzını aramaya karar verirler. Damat Ferit yanına   Cevat Paşayı alarak Mustafa Kemal ile görüşür. Görüşmede Mustafa Kemal durumu anlar ve  gayet kaçamak cevaplar verir ve Cevat Paşanın da yardımı ile    mülakatı  atlatır. Görüşmenin sonunda  Damat Ferit Paşa  Mustafa Kemal’e  Padişahın irade-i seniyyeyi   tebliğ eder. Görüşmenin  sonunda Damat Ferit   ayrılır ve Cevat Paşa ile Mustafa Kemal baş başa kalırlar.  Çanakkale Deniz Savaşlarının muzaffer komutanı Cevat Paşa,  Çanakkale Kara savaşlarının muzaffer komutanı Mustafa Kemal, sessizdirler, düşüncelidirler.

             Sessizliği Cevat Paşanın sorusu bozar.

            “Açık söyle kemal, bir şey mi yapacaksın?”

            “Evet  paşam, bir şey yapacağım!”

            Mustafa Kemal’in  kolunu sıkarak “  İstanbul’da gözün kulağın olacağım,  her ne istersen emir telakki edeceğim, Allah muvaffat etsin evladım” diyerek ayrılırlar

Değerli konuklar;

Sosyal olguların başlangıcı ve gelişiminin bir süreci vardır. Hiçbir olay bir anda aniden meydana gelmez. Tarihi hadiseleri birtakım siyasî ve sosyal gelişmeler meydana getirir. Her sosyal olguda olduğu gibi Mustafa Kemal’de  Millî Misakın esaslarını, 1907’de tespit etmiş, vatanını tehlikeden kurtarmak için ne gibi çareler düşünüp bulduğunu cesaretle ortaya koymuştur.” 

Milleti "Milli Ruh" bilinci potasında toplayan Mustafa Kemal, daima milleti, milletin desteğini, milletle birlik ve beraberliği dile getiren bir lider olmuştur. Amasya Genelgesinde  "Milleti, yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır." diyerek, millet adına iş görecek bir kuruluş arayışı içinde olduğunu görmekteyiz. Milletin azim ve kararının üstünlüğüne inanmıştı; bu da sadece adı söylenmeyen "Cumhuriyet" idi. Halk namına iş görmek, halk tarafından seçilmeyi gerektirir; bu ise "Milli İrade" dir. 

Erzurum Kongresinden önce bu durum daha berraklığa kavuşacak ve Mustafa Kemal yaptığı bir konuşmada "Arkadaşlar, tek önlem; Milli Egemenliğe dayalı, kayıtsız şartsız, bağımsız bir Türk Devleti teşkil etmek ve hedefe mutlaka ulaşmaktır." diyecektir. 

Mustafa Kemal ileride yapmayı planladığı ve bir sır olarak sakladığı devrimleri, Erzurum Kongresi esnasında (7/8 Ağustos 1919) Mazhar Müfit e aktarmıştır. 

7/8 Temmuz gecesi sabaha karşı Mustafa Kemal, Mazhar Müfit ve Süreyya Beylerle yaptığı görüşmede, konuşmaya başlamadan önce bir şart ileri sürer; “Defterin bu yaprağı kimseye gösterilmeyecek; görüşme, sonuna kadar mahrem kalacak, bir ben, bir Süreyya, bir de sen bileceksin. Şartım budur” der ve devam eder;

“Zaferden sonra şekli hükümet cumhuriyet olacaktır. Buna size daha önce de bir sualiniz nedeniyle söylemiştim. Bu bir.

İki; padişah ve hanedan için zamanı gelince gereken işlem yapılacaktır. 

Üç; tesettür kalkacaktır. 

Dört; fes kalkacak, medeni milletler gibi şapka giyilecektir. Bu anda kalemi elinden düşüren Mazhar Müfit Kansu, Mustafa Kemal’e bakarak: “Darılma ama Paşam sizin de hayalperest tarafınız var” der. 

Mustafa Kemal: “Bunu zaman belirler” diye cevaplandırır. Sen yaz der; 

Beş; Latin harfleri kabul edilecek.” Mazhar Müfit Kansu;” Paşam kafi, kafi, cumhuriyet ilanını muvaffak olalım da der, 

Cumhuriyet idaresiyle yönetim şekli, Yeni Türkiye'de, yukarıda kısaca belirttiğim üzere, bir ihtiyaçtan doğdu. Eylül ve Ekim 1923 taki  hükümet buhranı ve yeni hükümetin kurulamaması, bakanlar üzerinde anlaşılamamak büyük sorun oluşturmuştu.

29 Ekim 1923 öncesinde hükümetin kurulamaması üzerine ortaya çıkan yönetim boşluğunu çözümlemek amacıyla ulu önderimiz M. Kemal Atatürk "milli iradeyi temsil eden yeni bir idare tarzının" kurulması düşüncesindeydi.  Onun İfadelerine göre, hükümetsiz bir devlet düşünülemezdi. TBMM'de çoğunluğu elinde tutanlara millî irade ve vatanın kaderi teslim edilmeliydi. Kanun yapma ve yürütme yetkisi zaten meclise verilmişti. Meclis'in üzerinde başka bir güç yoktu. Böyle bir hükümetin mahiyeti Cumhuriyet'ten başka bir şey değildi. Meclisi ve ülkeyi idare edecek kişilerin, demokrasi prensiplerine inanan ve milli iradeyi her şeyin üzerinde gören yöneticiler olması gerekliydi. Cumhuriyet, ülkeyi hükümetsiz bırakmayacak bir rejimdi. Eğer partiler arasında bir anlaşmazlık olursa, cumhurbaşkanı TBMM'ni feshedebilir ve milletin oyuna müracaat edebilirdi. Böylelikle yürütme yetkisi seçim yoluyla elde edilebilirdi. 

Falih Rıfkı Atay, "Çankaya" adlı eserinde M. Kemal’in görüşlerini ana hatlarıyla özetler: "Rejimdeki olağan olmayan (gayrı tabiiliğin) çözümlenmesi zorunluluğu ortaya çıktı. Çünkü Türkiye’nin devlet şekli henüz belirlenmemişti. Kanun-ı Esasi’de yeni hükümet şeklini açıkça belirlemek gerekiyordu. Çünkü Padişahlık ve hilafet taraftarları hala vardı.

 ” 28 Ekim'de M. Kemal, Erzurum Kongresi'nden beri kalbinde bir sır olarak sakladığı, cumhuriyetin artık tatbik edilmesinin zamanı geldiğine inanmıştı. Nutuk'ta 'cumhuriyet' fikrinin nasıl sır gibi sakladığını anlatır. 

Saltanattan Cumhuriyet'e geçebilmek için M. Kemal gizli hareket etmeye mecbur olduğunu Ekim 1927'de okudukları Nutuk'ta açıklar: 

"Cumhuriyet devleti idaresinden bahsetmeksizin, milli hakimiyet esastı dairesinde her an Cumhuriyete doğru yürüyen şekilde temerküz ettirmeğe çalışıyorduk." "Cumhuriyet” kelimesi muhalefet olur düşüncesiyle devamlı gizlenmişti. Çünkü, çağdaş bir idare tarzı anlamında Cumhuriyet, yeni Türkiye Devleti öncesinde ayrıntılarıyla tartışılmış değildi. M. Kemal'in cumhurbaşkanı olmasını istemeyenler, halkın kendi fikirleri etrafında toplanacaklarına inanmaktaydılar. Bundan dolayı, fazla tartışılmadan Cumhuriyet kabul ettirilmiştir. 

29 Ekim 1923’de Meclis'te kısa tartışmalardan sonra Cumhuriyet ilan edildi ve M. Kemal Cumhurbaşkanı seçildi. Bu yönetsel değişim, tarihçi mebus Abdurrahman Şeref Bey'in ifade ettikleri gibi, 23 Nisan 1920'den beri var olan bir rejimin açıkça ifade edilmesinden başka bir şey değildi. Cumhuriyet "samimi ve meşru olmak şartıyla" görüşlerin serbestçe söylendiği bir rejimdi. 

Rejim açısından önemli bir tehlike TBMM’nin cumhuriyet rejiminden çoğunluk oyuyla ana ilkelerinden  sapabileceği idi. M. Kemal'e göre TBMM'den başka bir meclis asla kurulmamalıydı. TBMM eğer meşrutiyet gibi bir rejime saparsa, bu durumda, önleyici  tedbirlere başvurulmalıydı. Rejim açısından Atatürk’ün tespit ettiği çok önemli başka bir nokta daha vardı: TBMM'de aynı mebusların halk iradesini "mal-ı mevrus" gibi uzun süre temsil etmeleri. Seçim yoluyla dahi gelse ayni kişilerin uzun süre, iki dönemden fazla, milli hakimiyeti temsil etmelerine taraftar değildi. Nitekim, Aralık 1921’de bir demecinde şu sözleri söylemiştir: "Millet bizi buraya gönderdi. Fakat ila ahirilömiir biz burada ve bu milletin idaresini ve hakimiyetini mal-ı mevrus gibi temsil etmek için toplanmış değiliz". Yine başka bir demecinde: "Hükümetin, mahdut insanların sınıfların elinde bulunması dahi millet mevcudiyetinin asla kabul edemeyeceği bir keyfiyettir. Bütün milletin, ekseriyetle devlet idaresine, iştirakine mani olan 'bu (oligarşi) usulü de, bir zümrenin kendi menfaatlerini temin için, umum millete ait, hakimiyeti gasptan başka bir şey değildir" demiştir. Kısaca, Atatürk, böyle bir idare tarzını seçmekle, Saray ile Türk Milleti arasında asırlardan beri devam edegelen bir anlaşmazlığı bertaraf ediyor, Türk Milleti'nin yönetime katılmasını sağlıyordu. 

Cumhuriyet, kuvvet ve yetkinin Allah'tan geldiğine inanan Osmanlı padişahları hak ve İrs yoluyla icra yetkisine sahip oldukları bir idare şekline tepkiydi. Yeni Türkiye Devleti, Cumhuriyeti seçmekle, Tazimattan beri sürüp gelen medeniyet ve kültür savaşında, Batıcılığı tercih ettiğini göstermiştir. 

Ona göre, Cumhuriyet, Türk Milleti'ni ileriye götürecek bir rejimdi. Milletin kararı ve Türk ordusunun kahramanlığı rejimin güvencesiydi. Hükümet mensupları kendilerinin milletten ayrı olmadıklarını ve "milletin efendi olduğunu" anlamalıydılar. 14 Ekim 1925'de verdiği bir demecinde: "Cumhuriyet ahlaki erdeme dayanan bir idaredir. Cumhuriyet fazilettir. Sultanlık korku ve tehdide dayanan bir idaredir. Cumhuriyet idaresi faziletli ve namuskar insanlar yetiştirir. Sultanlık korkuya, tehdide müstenid olduğu için korkak, zelil, sefil, rezil İnsanlar yetiştirir"' demiştir.

 Aslında, pek çok kişi cumhuriyetin ilanından farklı şeyler anladılar. İlk zamanlarda cumhuriyetin mahiyetini M. Kemal'e yakın olanlar bile anlayamadılar. Ancak onlar, M. Kemal’in tehlikeli bir mesuliyet yüklendiğinin de farkındaydılar. Eğer bu rejim yürümezse, şimdiye kadar yapılan köklü değişimlerin bir Önemi kalmayacağı gibi; "ıslahat" İmkanın da ortadan kalkacağına inanmaktaydılar. Cumhuriyet ile M. Kemal'in bir "halk adamı" karakterinden uzaklaşarak "diktatör" olacağı endişesini de  ortaya attı. Ancak bu endişelerin hepsini bizzat kendisi bertaraf etmiştir. Cumhurbaşkanının görev süresi tartışılırken, O, "kayd-ı hayat şartıyla olabilir" diyen bir gazeteciye, sert bir tavırla, bunu kabul edemeyeceğini söylemiştir. 

Mustafa Kemal’in 22 Eylül 1923 te  Wiener Neui Presse muhabirine verdiği demeçte ilk defa !Cumhuriyet “ kelimesini ortaya atmasının  ülke içi ve dışında yankıları olmuştur. 28 Ekim 1923 te Mustafa Kemal arkadaşlarına “Yarın Cumhuriyeti İlan Edeceğiz” diyerek  20 Ocak 1921 Anayasasını bu yönde değiştiren taslağı  hükümet bunalımına çare bulamayan Halk Fırkasına sunar ve  Fırkanın aldığı kararı da 29 Ekim akşamı TMBB ne sunarak tasarı YAŞASIN CUMHURİYET sesleri ile oy birliğiyle kabul edilmiştir. Mustafa Kemal oy birliğiyle Cumhurbaşkanı seçilmiştir.

29 Ekim 1923 , yarı bağımsız Osmanlı İmparatorluğundan tam bağımsız Türkiye Cumhuriyetine geçişi ifade etmektedir. Saltanatın yerine  cumhuriyetle geçiş kişisel egemenlikten milli egemenliğe geçiştir. 29 Ekim Cumhuriyet’in ilanı, 30 Ekim 1918 ‘de imzalanan Mondros Mütarekesi’nin de tanınmadığının, 30 Ekim’e gelmeden tarihsel olarak da Türkiye Cumhuriyetinin işgal devletlerini tanımadığının bir göstergesidir.

Mustafa Kemal’i cumhuriyete yönelten sebeplerin başında,  gençlik yıllarında Türkiye'yi modern devlet ve toplum olarak gerçekleştirecek siyasal rejimin Cumhuriyet olduğu inancı içinde yaşaması gelir.

YÜCE ATATÜRK CUMHURİYETİ  GENÇLERE EMANET EDEREK CUMHURİYETİN AKIL VE BİLİMLE HARAKET EDEN GENÇLERLE YAŞAYACIĞINI  DÜŞÜNÜYORDU:BÖYYLECE CUMHURİYET GENÇ NESİLLERLE YÜRÜYECEK; İLERLEYECEK VE KORUNACAKTIR.

YAŞASIN CUMHURİYET

Kutlay Alpuğan (Sunum metni) 

Kaynaklar 

1.Nutuk-Mustafa Kemal Atatürk.

2.Atatürk’ü Dinledim- Afet İnan

3.Erzurum’dan Ölümüne Kadar Atatürk’le beraber- Mazhar Müfit Kansu

4.Atatürk’ten  Düşünceler- Enver Ziya Karal

5.Atatür’ün Düşünce Yapısını Etkileyen Olaylar- Şerafettin Turan

6.Atatürk’ün Hatıra Defteri – Şükrü Tezer

7.Gizli Kalmış Anılarda Büyük Sırlar- Nurten Aslan

8.Mustafa Kemal’de İnkilap Düşüncesinin Oluşumu ve Gelişimi / Taner Aslan

9.Mustafa Kemal  Atatürk ve Cumhuriyet Fikri- Akif Erdoğru

 

 

 

Görüşlerinizi Paylaşın