X
Kelime:
Kategori:
Tarih:
RadDatePicker
Open the calendar popup.
ile
RadDatePicker
Open the calendar popup.
 

Bir Göz Doktorunun Kelimelerle Yolculuğu: Dr. Mehmet Ali Ağakay

Bir Göz Doktorunun Kelimelerle Yolculuğu: Dr. Mehmet Ali Ağakay

Cumhuriyetimizi kuran, yaşatan, sahip çıkan tüm bilim insanlarımıza saygıyla… 

İlkokul üçüncü sınıftayım, 1969 yılı Nisan ayının son günleri, bir pazar günü öğleden sonra, hava güneşli ve ılık, ama ödev yapılması gerekli, konu “Yurdumuzu Tanıyalım”, akarsular, ovalar, platolar… Bir gözüm dışarda bir gözüm kitapta “Plato mu? O nedir?” diyorum içimden ve hemen “Anneciğim, plato ne demek?” diye soruyorum. “Dedenin sözlüğü kütüphanede, onu al ve oradan bak” cevabı geliyor kulağıma. Dedemin sözlüğü, evet doğru orada bulabilirim bu kelimeyi. Kütüphaneden büyük, kahverengi kitabı alıyorum, üzerinde Türk Dil Kurumu logosu ile Türkçe Sözlük yazan kitap, “Plato” kelimesini buluyorum, pek çok anlamı var, çalıştığım konuya uygun anlamı ve diğerlerini okuyup kelimeyi içselleştirmeye çalışıyorum anladığım kadarı ile. Kitabın yazarı Dr. Mehmet Ali Ağakay[1] “keşke şimdi yanımda olsaydı ona sorardım, o söylerdi bana platonun anlamını” diye düşünüyorum.

Odasında bir sürü kitabın arasında sürekli çalışan, ama bizlere karşı hep güler yüzlü olan, tüm şamatamıza katlanan, sorularımıza büyük bir sabırla cevap veren uzun boylu, çok ince yapılı bir insandı. Sabrının hayatının zorluklarına gösterdiği dayanma gücünden kaynaklandığını seneler sonra, hayatını çeşitli kaynaklardan okuyunca anladım.

Dr. Mehmet Ali Bey 1893 yılında Girit adasının batı ucunda yer alan Hanya’da dünyaya gelir. İlkokulu Hanya’da okuduktan sonra orta eğitimini İzmir’de yapar. 1911 yılında Askeri Tıbbiye’ye başlar ancak Birinci Dünya savaşı başlayınca Kafkas cephesinde hekim yardımcısı olarak görev alır ve Harp Madalyası ile ödüllendirilir. Başladığı tıbbiyeyi 1917 yılında göz doktoru olarak tamamlar ve orduya katılır. Kurtuluş Savaşı sırasında tifüse yakalanır, tifüs hastalığının ayaklarında yarattığı dolaşım bozukluğunun ayak başparmağının kesilmesine neden olması ile harp gazisi olarak ordudan ayrılır, doktor olarak Kilis, Bozhöyük, Tefenni gibi ilçelerde hükümet tabibi olarak görev alır. Bu sırada ilk evliliğini yapar ve iki çocuğu olur, bir oğlan ve bir kız. Anadolu’da yaptığı görevlerden sonra İstanbul’a gelir ve çeşitli kurumlarda göz doktoru olarak çalışır. Bu dönemde özel ilgi alanı trahom[2] hastalığıdır. Anadolu’da çok yaygın olan bu hastalığın tanısı ve tedavisi üzerinde çalışır. Trahom hastalığını ve bu hastalığın nelere yol açabileceğini anlatırdı, bu kelimeyi ondan duymuştum. Konuşulanı anlayacak yaşa geldiğimizde, ellerimizi gözlerimize götürünce bizlere gözün kıymetini, hastalıklarını, olabilecek sağlık sorunlarını, resimli ansiklopedilerinden, kitaplarından anlayabileceğimiz kadarını göstererek söylerdi. Bir doktor çantası vardı, çantanın içindekileri çok merak ederdik, çanta açılsın içine bakalım diye düştüğümüzü söyleyip yanına giderdik. Çantayı açar, ufacık çiziklere pansuman yapar, tekrar kapatırdı. O sırada da üç dört yaşında olan bizlere sağlığımıza nasıl dikkat etmemiz gerektiğini anlatırdı sabırla… Şimdi düşünüyorum da kelimelere olan hakimiyeti ve anlatım gücünün kuvvetine hayran kalıyorum, trahom kelimesi gibi anlattıklarını hiç unutmadım çünkü.

İlk öğrendiği dil Rumca, ilkokulda Türkçe, Tıbbiye’de ise Fransızca öğrenir. İlkokuldaki ilk hocası sofu bir din adamı, ondan da Kur’an okuyabilmek için Arapça’yı da öğrenir. İlkokulun ikinci yarısında babasının dikkati ile başka bir öğretmene geçilir ve matematik, fen alanında başarılı bir öğrenci olduğu, mantığının çok güçlü olduğu ortaya çıkar. Sözlük yazarken de hep bu güçlü mantığını kullanır. Dile hâkim olmanın önemini de bu yıllarda kavrar ve sonradan “Kelime Yapı Yolları” adında bir kitap yazar. 1936 yılında bir gazetede yazdığı dil konusundaki yazılar ile Atatürk’ün dikkatini çeker ve bir gün Dolmabahçe’ye çağrılır. Çalışmalarını yürütmesi için bir oda verilir, saatlerce hiç kalkmadan çalıştığı için Atatürk’ün kendisini takip ettiğini bile neden sonra fark eder. Bu çalışmaların sonucunda, Ankara’da kurulan Dil Kurumunda görevlendirilir. Böylece sözlükler ve dil kitapları yazma serüveni başlar. Ankara’ya geldiğinde, 1937 yılı seçimleri ile Gaziantep milletvekili olarak TBMM’de de göreve başlar. Bu görevi 1946 yılı seçimlerine kadar devam eder.

Ancak, Ankara’daki hayatında çok acı kayıpları da yaşar, oğlunu Ankara’da hiç trafiğin olmadığı yıllarda bir trafik kazasında kaybeder, arkasından da üzüntüsünden hasta olan eşi hayata veda eder. Bu, bizlerin de onu tanımasına fırsat verecek olayların da başlangıcı aslında. Çünkü kendisi gibi hiç beklemediği bir anda ve yaşta eşini kaybetmiş olan anneannemle tanıştırılır ve evlenir. Böylece ben de bu kıymetli insan ile çok kısa bir süre de olsa hayatımı paylaşmak ve bugün de onu anlatabilmek fırsatını buldum. 

Bugün bir kelimenin anlamını sorgulamak istediğimizde hemen elimizdeki herhangi bir elektronik alet ile internet üzerinden hiç de yorulmadan o kelimenin anlamına ve çeşitli dillerdeki karşılığına ulaşabiliyoruz. Şimdi düşünüyorum da 1930’ların Türkiye’sinde böyle imkanları olmayan bir insanın kelimelerden hem Türkçe hem de Fransızca-Türkçe sözlük hazırlaması insan üstü gayret gerektiren bir iş. Elle yazılan metinler, onların sıraya dizilmesi, kontrol edilmesi, kaynaklara ulaşmak için o kaynakların varlığını bilecek bilgi birikimi ve onları okuyabilecek dil bilgisine sahip olmaktan geçiyor. İşte bu nedenlerle günde en az on dört saat yerinden kalkmadan çalışan bir insandı Dr. Mehmet Ali Bey… Bu çalışmalarının ürünleri bugün de bizlerin kullandığı internet ortamındaki her türlü sözlüğün de alt yapısını oluşturuyor. Ayrıca sıklıkla kullandığımız birçok kelimenin de bu dönemde dilimize kazandırıldığını biliyoruz; örneğin Atatürk tarafından dilimize katılan geometri ve matematik terimleri gibi. Dr. Mehmet Ali Bey’in de bu konuda bir anısı yer alıyor hakkındaki kitapta: “Extraordinaire“ kelimesinin karşılığının düşünüldüğü günlerde, “fevkalade” yerine “olağanüstü” kelimesinin daha uygun olacağı önerisini sunuyor, kabul ediliyor ve bugün hala bu kelimeyi anlamını bilerek kullanıyoruz.   Dilimizin, bilim dili olması için yapılacaklar konusunda da bugün bile bizlere yol gösterecek önerilerinden iki tanesini paylaşmak istedim sizlerle, çünkü bunlar her zaman geçerli olan kavramlar, bence:

  • Geniş toplum kitlelerinin eğitim ve öğretiminde kullanılan terimlerin anlaşılabilir olması için Türkçe olması esastır.
  • Yükseköğretimde geçen ve belli bir yönteme göre biçimlendirilen yabancı terimlerin yanında, olanak ve öğretici bir yarar bulundukça, Türkçelerinin de öğretilmesinden kaçınılmamalıdır.

İlgilenenler için Dr. Mehmet Ali Ağakay’ın dil ve kelimeler ile yolculuğunda yayınladığı bazı eserlerini de paylaşmak isterim.[3]

Dr. Ayşe ERGÜVEN

[1] Neşe Atabay “Mehmet Ali Ağakay” Türk Dil Kurumu Yayınları 1982

[2] Trahom: Chlamydia trachomatis isimli, hücre içinde yaşamaya mecbur bir mikroorganizmanın sebep olduğu bir hastalıktır. Sonu körlükle biten, göz kapaklarının iç kısmının enfeksiyonudur. Kirli ellerle ve sineklerle yayılır. Daha hafif şekli İnklüzyon konjunktiviti diye bilinir. (Cumhuriyet’in Trahomla Mücadelesi, 2014 Düzen Laboratuvarları)

[3]

  1. Türkçe sözlük, İstanbul 1945, Cumhuriyet Basımevi,
  2. Türkçe sözlük, Genişletilmiş 2. baskı, Ankara 1955, Yeni Basımevi
  3. Türkçe sözlük, 3. baskı, Ankara 1959, Yeni Basımevi
  4. Felsefe Terimlerinin Dil Bakımından Açıklanması Dolayısıyla Bazı Kelime Yapı Yolları, İstanbul 1943, Cumhuriyet Basımevi
  5. Türkçede Mecazlar Sözlüğü, Ankara 1949, Doğuş Basımevi
  6. Türkçede Yakın Anlamlı Kelimeler Sözlüğü, Ankara 1956, Türk Tarih Kurumu Basımevi
  7. Fransızca -Türkçe Sözlük, Ankara 1962, Türk Tarih Kurumu Basımevi,
  8. Fransızca -Türkçe Sözlük, 2. baskı, Ankara 1971, Türk Tarih Kurumu basımevi
  9. Atatürk’ten 20 Anı, Ankara 1963, 1967 ve 1972 Basımları
 

Görüşlerinizi Paylaşın