X
Kelime:
Kategori:
Tarih:
RadDatePicker
Open the calendar popup.
ile
RadDatePicker
Open the calendar popup.
 

1 Ekim Dünya Yaşlılar Günü

1 Ekim Dünya Yaşlılar Günü

Cumhuriyet dönemi ilk nüfus sayımımız 1927’de yılında gerçekleşmiştir. Cumhuriyetimizin kuruluşunun 4. yılına denk gelen ve adeta iki bayram bir arada yapılan bu sayımda ülkemizin nüfusu 13.7 milyon olarak sayılmıştı. Türkiye İstatistik Kurumu verilerine göre geçtiğimiz yılın sonunda nüfusumuz 83 milyon sınırını aşmıştır. Yüzüncü yılımızda, ilk demografik verilerimiz birbirleriyle karşılaştırıldığında oransal olarak büyük bir değişimin olduğu göze çarpmaktadır. Yüz yıl önce yüzde 3’lerde olan 65 yaş üstü nüfusumuz, günümüz Türkiye’sinde yüzde 9’u aşmıştır. Ayrıca geçtiğimiz yüzyıl başında doğumda ortalama yaşam beklentisi 40’lı yıllarken, günümüz Türkiye’sinde ortalama yaşam beklentisi 80’li yaşları aşma eğilimindedir. Hem doğum oranlarının azalması, hem de aşılama oranlarında yakalanan başarılar, artan teknoloji ile sağlık hizmetine ulaşımın kolaylaşması ile birlikte düşen ölüm oranları bu durumun ana nedenleridir. Ancak burada asıl dikkat çekici olan ilerleyen yıllarda genel nüfus büyüklüğünün beklenen artışına oranla yaşlanan nüfusumuzun artış hızının ortalamanın çok daha üstünde olmasıdır. Bir başka bakış açısıyla örnek verecek olursak, son 50-60 yılda nüfusumuzun 3 kat arttığı ancak yaşlı nüfusumuzun yedi kat arttığı bilinmektedir. Gelişmiş ülkelerde bir asır gibi bir süreye yayılan yaşlı nüfus haline gelme oranları, ülkemiz için daha kısa sürede olmaktadır. Peki bu sayılar bize neler anlatmaktadır? Bu sorunun cevabını vermek için öncelikle yaşlanmayı sadece zamana ve bireysel biyolojik değişkenlere sığdırmamamız gerekir. Temelde sosyolojik etkileri kaçınılmaz olarak karşımıza çıkacak bir olgudur bu durum. Sosyal hayatlarımızın her yönünde, iş hayatında, aile hayatlarımızda, sigorta sisteminde, mimari düzenlemelerde, ama en önemlisi sağlık sisteminde derin etkileri olacak bu durum için ilk yapılması gereken elbette ki toplum olarak durumun farkına varmak ve konuyu derinlemesine ele almak olmalıdır. Yaşlanmak artık geçtiğimiz yüzyıldaki alışılagelmiş anlayışın çok ötesinde, kronolojik eşik değer tanımlamaları dahi hızla değişmekte olan bir kavramdır. Toplumumuzda zaten değerlerimiz nedeniyle özel bir yeri olan bu vazgeçilmez grubun, daha uzun süre iş hayatında kalması, sosyal hayattan kopmadan başarılı bir sağlıklı yaş almanın gerçekleştirmesi hepimizin görevidir. Yaşlanmayı durdurma stratejisi yerine sağlıklı yaş almayı öne çıkarmak gerekmektedir. Bunun için de sosyal hayatın tüm bölümlerinde var olan, psikolojik ve bedensel olarak tam sağlıklı, yaşa ve cinsiyete bağlı ayrımcılıktan uzak bir toplum yaratmak için çalışmamız şarttır. Bunun için de önleyici tıp modelini benimsemek daha akıllıca olanıdır. Bunun için yaşlılıkta oluşma riski daha yüksek olan kemik erimesi, kalp damar hastalıkları, demans ve hatta kanser gibi sağlık problemlerini ötelemek hatta önüne geçmek için, çocukluk yıllarından başlayarak sağlıklı beslenme ve hareket etme alışkanlıklarını kazanmak ve yetişkin hayatta da devam ettirmek şarttır.

Önleyici tıp modeli yönünden göz önünde bulundurulması gereken bir diğer durum ise özellikle yaşlılıkta hastalıktan önce sağlıklılığın takibidir. Öncelikle “sağlıklılığın” tanımını hatırlayalım. Dünya Sağlık Örgütü’nün sağlıklılığı; “Bütüncül bir fiziksel, zihinsel ve sosyal iyilik hali” olarak tanımlamaktadır. Yaşlılık; yani vücudun zaman ekseninde biyokimyasal yaşlanma sürecini de sağlıklılık kavramı içinde değerlendirdiğimizde, tersten bir tanımlama ile sürece yaklaşmak konunun kavranmasını kolaylaştırabilir… Anti-aging kavramı ile yaşlanmaya dahil olan biyolojik mekanizmalar ve yaş ilişkili fizyolojik değişiklikler anti-aging tedavilerde olduğu kadar sürecin yakından takibinin önemini de ortaya koyan yaklaşımlardır. Şöyle ki günümüzde Geriatri (Yaşlılık Hastalıkları Bilimi) alanında anti-aging tedavi yaklaşımı aşağıdaki üç maddeden en az biri üzerinden yürütülmektedir;

  1. Yaşlanmaya neden olan biyokimyasal ve moleküler süreçlerin düzenlenmesi
  2. Yaşlanma ile ilişkili belirtilere neden olan fizyolojik değişikliklerin düzeltilmesi
  3. Bireyin yaşlılık ilişkili hastalıklar yönünden yatkınlığının azaltılması

Bu üç maddeyi tedavi yönünden ziyade önleyici sağlık yönünden ele aldığımızda karşımıza çıkan en net görü “yaşlanmanın biyolojik etkilerinin zaman ekseninde takibinin önemidir”. Gerek tanıda, gerekse tedavide klinisyenlere çok önemli destekler veren klinik laboratuvarcılık yönünden yukarıdaki üç madde ele alındığında, yaşlanmanın biyolojik etkilerinin hastalığın tanısında kullanılan “referans aralık” düzeylerini aşmadan ve/veya “klinik karar düzeyi” sınırlarına ulaşmadan zaman ekseninde takibi mümkündür. Yaşlanma ile ilişkisi bilinen karaciğer enzimleri veya bazı tam kan sayımı hematolojik parametreleri gibi hemen hemen tüm sağlık tarama panellerinde yer verilen rutin testler ile henüz bireyin klinik durumuna yansımadan “referans değişim değeri” kavramı ile önlem alınması önemlidir. Bu kavram popülasyonun kendi yaş ve cinsiyeti özelinde sağlıklı olduğu varsayılan bireylerden elde edilen ve %95 güven aralığında değerlendirilen referans aralık kavramına göre çok daha değerli bir yaklaşımdır. Referans değişim değeri kavramı ile iki veya daha fazla zaman noktasında belirli bir protein veya enzim düzeyi için değişimin anlamlılığı ortaya konulmakta ve yine yukarıda belirtilen 3 madde yönünden henüz hastalık belirtileri ortaya çıkmadan, bireyin yaşam kalitesini arttıracak basit modifikasyonlar ile sağlıklılık halinin devamının sağlanmasına yardımcı olabilmektedir.

Özetle sağlıklı bir dünyada sağlıklı yaşlanmak, sağlıklı bir yaşam sürdürmek için gerekenlerin yapılması yanında, sağlıklılık halinin de, elde edilen sonuçları uygun şekilde işleyerek ve kanıta dayalı verilerle değerlendirilecek uzmanlar tarafından düzenli takibi ile kıymetlidir.

 

Görüşlerinizi Paylaşın