X
Kelime:
Kategori:
Tarih:
RadDatePicker
Open the calendar popup.
ile
RadDatePicker
Open the calendar popup.
 

Cumhuriyet’in Kuruluşunun 98. Yılında Eğitim

Cumhuriyet’in Kuruluşunun 98. Yılında Eğitim

Metin UZUN
(Eğitimci)

Büyük bir imparatorluğun elde kalabilen toprakları üzerinde Türk Milletinin son müstakil siyasi gücü olan, Kuvay-i Milliye şehit ve gazilerinin kanlarının karşılığı var olan ve bütün bir milletin eseri olan bu devlet için; Cumhuriyet’in 98’inci yılında devlet yöneticilerinin, aydınların, devleti oluşturan diğer unsurların kendilerini bir nefis muhasebesi ve murakabesine tabi tutmaları kaçınılmaz hale gelmiştir.

Artık meydan nutuklarını, hamaset edebiyatını, peşin yergileri olduğu kadar övgüleri de bir kenara bırakmak gerekir.

Cumhuriyet’in bir sonucu olan demokrasi; insanın kendisini yönetmesidir. Demokrasi, insanın ve toplumun kendi kendini insanca yönetmeye hazır olduğu medeni bir ilerleme, yücelme noktasındaki tabii yaşantısıdır.

Acaba Türk Milleti, bu demokrasi tanımındaki yaşam sürecinin neresindedir? Ya da Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün ifadesiyle ‘’Türk Milleti’ni çağdaş medeniyetler seviyesinin üzerine çıkarmak’’ hedefinin neresindedir?

Milletleri yükselten, yücelten veya tarihin karanlık sayfalarına gömen temel unsurların başında, uyguladıkları veya uygulamak zorunda kaldıkları eğitim modelleri ve eğitim politikaları gelmektedir. Eğitim bir milletin en anlamlı birikimlerinin yeni nesillere ve geleceğe aktarılması işidir. Bu, insanlığın tarih boyunca duraklamamış aksiyon türüdür. Eğitimin en önemli işlevi; bir toplumun bütün kültürünü değiştirerek, geliştirerek bazen de dejenere ederek gelecek nesillere aktarmaktır.  Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün öğretmenlerle ilgili ‘’Muallimler yeni nesil sizin eseriniz olacaktır’’ sözü, bu eserin içinde bulunduğu durumun nedenlerinin, bu noktaya gelişin mimarı eğitim modellerinin ve politikalarının irdelenmesini, gerçeklerin göz önüne serilmesini artık kaçınılmaz hale getirmiştir.

EĞİTİM VE İNSAN

Her sistem bir doktrine göre şekillenir. Sistemi kuranlar şuurlu veya şuursuz bir insan tipini hedef alırlar. Genellikle doktrin yapılarında “Sistemimiz şu doktrin üzerine kurulursa, şu özelliklere sahip bir insan teşekkül edecektir“ diyerek yola çıkılır. Sistem bununla da yetinmez ve insanın dış dünyasını da belirlemek ister. “Şöyle bir dünya içinde şöyle bir insan…”. Belirledikleri insan modeli hedefine ulaşmak için bütün vasıtaları kullanırlar. İnsana ve eşyaya biçim vermeye yönelik eğitim, sanat, kültür çalışmaları bu vasıtalardandır. Aslında insanı biçimlendiren vasıta eğitimdir. Eğitim, bir doktrin istikametinde yapılır. Eğitimin yönünü sistem belirler. Sistem bir insan tipini model olarak seçmiştir artık...

Eğitim sistemimizin pratik sonuçları bakımından büyük bir tıkanıklıkla karşı karşıya olduğu realitedir. Öyle ki eğitim sisteminin bugünkü uygulayıcılarının karşısında insan unsurunun nasıl bir muhteva kazandığı meselesinden çok önce maddi problemler vardır. Maddi problemlerden muhteva meselesine vakit bulunamamaktadır. Halbu ki bugün neşter vurulması gereken konu budur. Türk milletinin en hayati problemi milli eğitim problemidir. Bu problem her zaman hayatiyetini koruma imtiyazına sahip olacaktır.

GÜNÜMÜZDE EĞİTİM

Türkiye’de eğitim var mıdır?

Evet; bu soru bir fantazi değildir. Aksine; taşlaşan yüreklerin, kararan ruhların koflaşan kafaların, etleşen beyinlerin ve otlaşan nesillerin zavallı talihsizliği saklıdır bu soruda. Milyonların rol aldığı dev hacimli bir sosyo-kültürel dram gizlidir bu problemde.  Ve bu soru tarihin kendisine bu milletin beyni olma görevini yüklediği Türkiye zihin potansiyelinin günümüzdeki içler acısı durumundan doğmaktadır.  Halbu ki bu memlekette eğitimin nasıllığı ve niceliği değil, varlığı ve yokluğu tartışma konusu edilmelidir.

Her okulun kapısına bir anket bürosu açın. Ve gelip geçen her öğrenciye sorun

’’Niçin okuyorsunuz? ‘’

Çizgi çizgi elemin yüzlerine nakış vurduğu gençliğimizin milyonları bulan sayısı içinde kaç kişi kalkıp da ‘’Milletim için, ilim için, erdem için, Gazi Mustafa Kemal Atatürk ‘ün ifadesiyle Türkiye Cumhuryeti’ni ilelebet payidar kılmak için ‘’cevaplarını verebilecektir?

Peki nedendir ülkemizin, devletimizin ve milletimizin kaderini doğrudan doğruya etkileyen eğitimin bu perişan tablosu? Niçindir? İşte bu sorunun cevabını bulabilmek için günümüz eğitim sisteminin yapısını irdelemek gerekir.

Eğitim, bir sistem işidir. Sistem de elemanları arasında rasyonel ve nedensel bir ilişki bulunan tutarlı bir bütündür. Demek ki sistemlerde sistemi oluşturan elemanları arasında tutarlılık, geçerlilik ve güvenirlilik olmazsa olmazlardandır. Aksi halde bir sistemden ve sistemin başarısından söz etmek mümkün değildir.  Eğitim sistemini oluşturan elemanları kabaca şöyle sıralamak mümkündür.  Öğretmen, mevzuat, öğrenci, müfredat programı, eğitim öğretim yöntem ve teknikleri, aile, eğitim- öğretimin yapıldığı fiziki ortam gibi temel unsurların yanında çevre, yazılı, sözlü, görsel ve sosyal medya da eğitim sistemini etkileyen yan unsurlar arasındadır. Bütün bu unsurların arasında öyle bir eleman vardır ki sistemin bütün elemanlarını doğrudan etkiler. Bu da Gazi Mustafa Kemal Atatürk ‘ün " Öğretmenler Cumhuriyet sizden fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür, nesiller ister.’  sözüyle öğretmenin eğitim sistemindeki belirleyici faktör olduğunu ortaya koymaktadır. Yani eğitim sistemindeki elemanlar arasındaki tutarlılığı öğretmen sağlamaktadır. Öyleyse gelecekteki nesillerin yetiştirilmesinde en önemli faktör olan öğretmenlerin, eğitim sistemine girmeden önce hangi kurumlarda eğim aldıklarına, eğitim sistemine nasıl girdiklerine bakalım. Cumhuriyet in kurluşundan sonra eğitim sisteminde görev alacak öğretmenlerin yetiştiği temel kurumlar,  Köy Enstitüleri, Öğretmen Okulları, Yüksek Öğretmen Okulları gibi sadece öğretmen yetiştirmeye odaklanmış kurumlardır. Bu kurumlara öğrenciler seçilerek alınırdı. Öğrenciler de bu kurumlara öğretmen olma hayaliyle gelirlerdi. Öğretmenlik çok kutsal bir meslek olarak görülürdü. Söz konusu kurumlar öğrencilerine öğretmenlikle ilgili bir misyon ve vizyon yüklerdi. Buralardan mezun olan öğretmenler atandıkları yerlerde öğrencilerini Türk Milletinin geleceği olarak görüyor ve öğrencilerini fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür nesiller olarak yetişmeleri noktasında azami performansı sergiliyorlardı. Ancak siyasilerin, dönemin iktidarlarının süreç içersinde tedricen ilk önce 1954 yılında Köy Enstitüleri, 1974 Yılında Öğretmen Okulları ve akabinde yüksek öğretmen okullarını kapatarak öğretmenlik mesleğinin sıra dışılığını örselemişlerdir. Hatta iş bununla da kalmamış ülkenin öğretmen ihtiyacını gidermek için 45 günde 60 günde öğretmen yetiştirdiklerini söyleyip okullara atamışlardır.  Bunların yanında eğitim fakültelerinin dışında Kamu yönetimi mezunları, ziraat mühendisleri, su ürünleri fakülteleri mezunları öğretmen olarak atanmışlardır. Ayrıca eğitim sistemine de siyasiler tarafından o kadar çok müdahaleler yapılmıştır ki  sistemin elemanları arasında ne tutarlılık ne de geçerlilik   ne de  güvenilirlik kalmamıştır.    Şurası unutulmamalıdır ki; Dünyanın en iyi müfredat programlarını, yöntem ve tekniklerini, araç ve gereçleri ile fiziki ortamlarını getirirseniz getirin. Bunları uygulayacak olan öğretmendir ve bu öğretmen öğretmenlik misyon ve vizyonunu almamışsa, nitelikli, vasıflı ve idealist olmadığı sürece eğitimde müsbet netice almayı beklemek ham hayalden başka bir şey değildir. Çünkü öğretmen akademik bilgi vermekten önce, kılığıyla, kıyafetiyle, davranışıyla, uslubuyla, iletişimiyle, hakkaniyetiyle, adaletiyle, merhametiyle, sevgi ve şefkatiyle öğrencilerine rol model olan bir kişiliktir. Öyleyse  eğitim problemleri için yeni tanımlama yapılmalı,  tanımlama ile Problemin; Toplumsal Barışa, Hürriyete, Kardeşliğe, Üreticiliğe, Yönelik dünya şartlarına göre stratejiler,  yeni yöntem ve teknikler geliştirilmelidir.

EĞİTİM –ÖĞRETİM FARKLILIĞI

Eğitim nedir?

Öğretim nedir?

İkisi arsındaki ilişkiler ne olmalıdır?

Türkiye eğitimi daha bu temel problemleri çözememiştir. Malesef bugün eğitimin sadece adı, öğretimin de yalnızca şekli bulunmaktadır. Aslında eğitim ile öğretimin gayesi topluma hayatının devamı için gerekli şahsiyeti kazandırmaktır. Birey bir toplumun özelliklerini en bariz bir şekilde üzerinde taşıyan şuurlu bir parçası haline gelmedikçe şahsiyet olamaz. Şahsiyetlerden oluşmayan bir topluma ise millet denemez.

Öğretim tek başına birey yetiştirir. Şahsiyetin yetişmesi ise ancak her toplumun kendi özellikleri doğrultusunda işleyen milli eğitim politikalarının mevcudiyetine ve uygulanmasına bağlıdır.

Öğretim bir zihin faaliyetidir. Psikoloji bize göstermiştir ki zihni faaliyetler karakter teşekkülünde ve terbiyesinde yalnız başlarına fonksiyon sahibi olamazlar. İnsanın terbiyesinde doğrudan doğruya psişik olaylar etkilidir. Bu sebepledir ki ancak ruhi hayata uyum halinde bulunan zihni faliyetler ve bu arada öğretim, şahsiyetin oluşmasına etki edebilir. Bu ise öğretimin eğitim esaslarına göre planlanmış olmasına bağlıdır.

Demek oluyor ki, hiçbir fizik laboratuvarı bize bir şahsiyet hediye edemez. Hiçbir kimya ve matematik teorisi hammadde olan bireyden yoğrulmuş bir karakter ortaya koyamaz.  Özetle diyebiliriz ki öğretim, eğitimi gaye edinmesi gerekli zihni bir olaydır. Yani eğitim mutlaka öğretimin gayesi, bir başka ifadeyle öğretim eğitimin amacı olmalıdır. Öğretim nazari eğitim amelidir. Dolayısıyla ders okutmak şeklindeki eğitim sadece hayal olabilir. Bilgilerin kafalalarda ağırlık yapmaktan başka bir işe yaramayan cansız bir yığın olması istenmiyorsa ilmi çalışmalara mutlaka bir gaye verilmelidir.

Şahsiyet sosyalleşmiş bireydir. Bireyin sosyal bir olay haline gelişi şahsiyet oluşu ise bireye toplumdan ve ilk önce onun en küçük birimi olan aileden gelen eğitime bağlıdır. O halde eğitim,  toplum- birey ilişkilerinde en önemli köprüdür. Birey sıhhatli bir topluma, toplum ise şahsiyetli bireylere muhtaçtır. İşte bu iki ihtiyacın uzlaştıkları alana eğitim adını veriyoruz. Bireyin eğitimi ile çok yakından münasebeti olan ahlak, estetik ve din gibi eğitici unsurların sosyal özelliğe sahip olduklarını tereddütsüz olarak kabul etmek gerekir. Demek ki toplum gerçeği eğitim meselelerinin bel kemiğidir. Bireysel bir ahlak estetik ve din olamaz. Ruhun, iradenin, karakterin terbiyesi ise bu unsurlar arasında teşekkül eder. Yani insan, şahsiyetinin tümünü içine alan bu sosyal faktörleri kendisi ortaya koyamaz. İşte bu sebepledir ki; şahsiyetli insanlar ancak şahsiyetli toplumlarda bulunurlar.

Peki toplum bireye şahsiyet kazandırma görevini yerine getiremiyorsa ne olacaktır? Eğer toplum ve ona toplum karekterini veren kültür çevresiyle bireyler arasındaki alışveriş önlenmiş ise, bir başka deyişle, bireyler toplum–kültür kaynaklarından beslenme imkanlarından uzak bırakılmışsa, o toplumu öldürmek için ayrıca bir çalışma yapmaya lüzum kalmamış demektir. Böyle bir durumda öğretim ancak menfi bir eğitim aracı olabilir.

Fiziğin, matematiğin ve diğer müsbet ilimlerin tahlilci metodları, sallantıda olan beyinleri korkunç bir nihilizmin çukuruna iter.  O halde bedenin, aklın, zekanın eğitimi gibi bu eğitime mana kazandıracak varlığını belgeleyecek, değer verecek ruh ve ona bağlı cevherlerin eğitimi de mutlaka gereklidir.

Bu bakımdan bu mutlak gerekli temel eğitimin toplumdan bireye akışını ve intikalini sağlayıcı tedbirler alınmalıdır. Bu tedbirlerin en önemliside tekrar edelim ki milli eğitim esaslarna uyarlanmış öğretim yapan kuruluşlardır. Öğretim ve eğitim bir birinden ayrı şeylerdir. Ve öğretim topluma şahsiyet kazandırma gayesi ile varolması gerekli eğitimin bir bölümü değilse öğretimden fayda beklenemez. Eğitim, öğrencilerin bireysel yeteneklerinin farkında olmalarını ve kapasitelerini geliştirerek en üst düzeyde kullanmalarını sağlama işidir Eğitim, Akıl yürütmek ile bilinenden bilinmeyeni bulmamızı sağlayan beceri kazandıran olaydır Akıl doğruyu bulur iradeyede yaptırır. Akıldan kaçmak bir sosyal yaradır.Akıl da hür özgür ortamlarda çalışır. Eğitimin merkezinde eğitim kurumu değil öğretmen olmalıdır. Eğitim şahsiyet kazandırır. Şahsiyet kazanan toplumlar madden ve manen;

Güçlüdür,

Şahsiyetinden taviz vermez,

Aktiftir,

Canlıdır,

İdealisttir.

EĞİTİMİN ÖNEMİ

Eğitim milletlerin bağımsız yaşayabilmeleri, kalkınıp güçlenmeleri bakımından hayati önem taşır. Gazi Mustfa Kemal Atatürk’e göre, ‘’En önemli, en esaslı nokta eğitim meselesidir. Çünkü eğitim bir milleti ya hür, bağımsız, şanlı, yüce bir toplum halinde yaşatır ya da bir milleti esarete, sefalete terk eder.’’ İşte bunun içindir ki, 16 Temmuz 1921 de İstiklal savaşının en yoğun olduğu bir anda ilk maarif kongresinin yapılmasını istemiştir. Hatta dönemin milli eğitim bakanı Hamidullah Suphi Bey’in Gazi Mustafa Kemal Paşa’ya gelerek  ‘’savaşın yoğunlaştığı sırada böyle geniş bir toplantı size ayak bağı olabilir uygun görürseniz erteleyelim’’ demesine karşın; Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın ‘’hayır, hayır ertelemeyin cahillikle, ilkellikle savaş, düşmanla savaştan daha az önemli değildir. Toplantıya katılacağım ve konuşacağım ‘cevabı ile ilk Maarif Kongresi yapılır.

Yıllar sonra Cumhurbaşkanı olan Atatürk’e  ‘’Cumhurbaşkanı olmasaydınız ne olmak isterdiniz diye sorulduğunda ‘’Milli Eğitim Bakanı olarak eğitim davasına hizmet etmek isterdim ‘’ demiştir.

Bütün bu izahlardan sonra eğitimin bir milletin istikbalini belirleyen unsurların başında geldiği ve asla ihmal ve göz ardı edilemeyecek bir aktör olduğu ortaya çıkmaktadır.

Yine söylenebilir ki;

Eğitim, Bireyin kendisine mensubu bulunduğu ailesine, toplumuna, milletine, tarihine ve insanlığa karşı vazifelerini yerine getirebilmede beden ve şuur kabiliyetlerini geliştiren ve terbiye eden öğretim faaliyetidir…

 

 

Görüşlerinizi Paylaşın