26 Kasım Dünya Zeytin Ağacı Günü
Zeytin Yasasının Ötesinde: Toprağın Sorumlu Emaneti
Mehmet A. Laleli
26 Kasım UNESCO tarafından “Dünya Zeytin Ağacı Günü” ilan edildi. 2019 yılından bu yana da tüm dünyada kutlanıyor. Zeytin ağacı tüm dünyada barışı, bereketi, bilgeliği simgeler. İnsan ömrünü katlayan zeytin ağaçları sadece kısa bir dönemin değil, çoğu zaman yüzyılları görmüş geçirmiştir. UNESCO, yılın bir gününü bu önemli ağaca verirken önemli bir durumun da altını çiziyor: “Dünya iklim değişikliğiyle savaşırken ve adapte olurken zeytin ağacını korumak ve yetiştirmek artan bir zorunluluktur… Dünya Zeytin Ağacı Günü'nü kutlamak çevresel sürdürülebilirlik çabalarını güçlendirir”.
Son dönemde zeytinlik alanlarda madenciliğe izin veren yasal düzenleme üzerine yürütülen tartışmalar, toplumda güçlü tepkiler yarattı. Birçok kişi için zeytin ağacına dokunmak dahi düşünülemez bir şeydir; çünkü zeytin yalnızca bir ürün değil, aynı zamanda kültürel bir simge, bir yaşam biçimidir.
Ancak mesele sadece ağaç kesmekle ilgili değildir. Esas soru, toprağı ve doğal kaynakları nasıl yönettiğimiz sorusudur.
Toprak Kullanımında Değişen Öncelikler
Zeytin ağaçları bugün bulundukları her bölgenin doğal türü değildir. Anadolu’nun birçok yerinde bir zamanlar meşe ormanları hâkimdi. Zamanla bu ekosistemler yerini zeytinliklere bıraktı; çoğu kez çevresel gerekçelerle değil, ekonomik teşviklerle.
Bugün savunulan zeytinliklerin bir kısmı, geçmişte başka türlerin yok edilmesiyle oluşmuş insan yapımı peyzajlardır. Bu gerçek, yeni tahribatı haklı çıkarmaz ama şunu hatırlatır: Toprağın kullanımı her dönemde insanın önceliklerine göre şekillenmiştir.
Her yüzyıl, insanın toprakla olan ilişkisini yeniden tanımlar. Orman tarım alanına, tarım alanı sanayi bölgesine dönüşür. Mesele değişimi durdurmak değil, her dönüşümü hesap verebilir ve uzun vadeli sorumluluk anlayışıyla yönetmektir.
Neden Zeytinlikler?
Madenciliğin hangi şartlarda yapılabileceğini konuşmadan önce, neden zeytinliklerin odak noktası haline geldiğini sormak gerekir. Bu araziler genellikle verimli değildir; zeytin, başka hiçbir bitkinin yaşamayı göze alamadığı yerlerde kök salar. Onları değerli kılan, toprağın bereketi değil, insan emeğinin sürekliliğidir. Kuşaktan kuşağa, taşlı ve kıraç topraklardan geçim yaratılmıştır.
Dolayısıyla burada mesele sadece çevresel değil; dayanıklılığın ve uyumun tarihini korumak meselesidir.
Politika tartışmaları, “nerede maden açılabilir” sorusundan ziyade, “neden üretim veya kültürel değeri olan alanlar gündeme geliyor” sorusuna odaklanmalıdır. İspat yükü kolaylıkta değil, zorunlulukta olmalıdır. Ekonomik gerekçeler, ekolojik ve toplumsal dayanaklardan bağımsız düşünülemez.
Sorumlu Çıkarma, Taşıma ve Geri Kazanım
Eğer gerçekten başka uygulanabilir seçenek yoksa — yani cevher yalnızca bu toprakların altındaysa — yapılacak her faaliyet en sıkı çevresel ve sosyal standartlara tabi olmalıdır.
Bergama Ovacık örneği, madencilik ile tarımın doğru planlama ve rehabilitasyonla bir arada var olabileceğini göstermiştir. Maden kapandıktan sonra toprak yenilenmiş, zeytin üretimi yeniden başlamıştır. Bu örnek, bir istisna değil, bir kural haline gelmelidir.
Ayrıca madencilik sahalarından ağaçların taşınması ve başka uygun alanlara dikilmesi teknik olarak mümkündür. Kök budama, nakil ve yeniden köklendirme süreçleri, doğru planlama ile büyük ölçüde başarıyla yürütülebilir.
Maden faaliyeti tamamlandıktan sonra da, arazi modern, sıralı ve verimli plantasyon sistemlerine dönüştürülebilir. Böylece zeytincilik sadece eski haline dönmekle kalmaz, aynı zamanda daha çağdaş bir üretim altyapısına kavuşur.
Geri kazanım süreci, toprağın yapısal bütünlüğünün sağlanmasını, organik madde oranının artırılmasını ve yeniden bitkilendirmeyi içermelidir. Bu yalnızca iyi niyet göstergesi değil, yasal ve operasyonel bir zorunluluktur.
Fayda-Zarar Dengesi, Altyapı ve Sorumluluk
Her toprak müdahalesi, hem fayda hem de kayıp yaratır. Kamu yararı yalnızca ekonomik kazançla ölçülemez. Gerçek bilanço, biyoçeşitliliği, yerel geçim kaynaklarını ve sosyal sürekliliği de kapsar.
Madencilikle ilgili yasal düzenlemeler, kullanım sonrası onarım, toplum katılımı ve uzun vadeli izleme gibi ölçülebilir kriterleri içermelidir.
Eğer devlet üretim yapılmış arazilerde madenciliğe izin veriyorsa, kamuya somut ve kalıcı bir getiri sağlanmalıdır. Ruhsat sahipleri, bölgesel altyapıya yatırım yapmakla yükümlü olmalıdır: demir yolları, tüneller, su kanalları ya da yenilenebilir enerji hatları gibi uzun vadeli projeler ortaya koymalıdır.
Bu tür yükümlülükler, madenciliği sıfır toplamlı bir faaliyet olmaktan çıkarır ve bölgeyle karşılıklı faydaya dayalı bir ortaklık haline getirir.
Sürdürülebilir Bir Yönetim Ahlakı
Bu tartışma, “ağaç mı, maden mi?” sorusuna indirgenemez. Bu, yönetişimin, öngörünün ve vicdanın sınavıdır.
Kalkınma, sorumluluk ve telafi çerçevesinde yürütülmedikçe kalıcı olamaz. Toprak, tükenebilir bir meta değil; ortak bir emanettir.
Ve bütün bu tartışmanın sonunda aynı soru yine karşımızda duruyor:
Neden zeytinlikler?